Olimpiyat durumumuz: Anlıyor ama konuşamıyoruz
İstanbul’da Olimpiyatları yapmaya adaydık, şimdi bir Türk televizyonunda yayınını bile son dakikaya bıraktık! Bizde nedendir bilinmez altın madalya almadan milli sporcularımızın yüzünü bile zor görüyoruz
Üç yıl önce mevsimlerden yine yazdı. 29 yaşındaydı Murat Karabaş… Ve o yaşta kaldı.
1.500, 5 bin ve 10 bin metre koşularında Türkiye şampiyonlukları vardı Murat’ın. Yeni nişanlanmıştı, yakında evlenecekti. Şampiyon olmak ya da milli formayı taşımak geçindirmiyordu Murat’ı… Bodrum’da bir inşaatta çalışıyordu. Bir inşaat çukurunda, göçük altında kaldı.
Nişanlısıyla aynı kot gömlekten giymiş, renkli gözleriyle kameraya gülümseyen fotoğraflarını, haberi duyunca çıldıran akrabalarını izlerken çok ağladığımı hatırlıyorum.
O zamanlar bir hafta sonu ekinin başındaydım. Ekibe “Murat gibi milli sporcu olup ağır işlerde çalışmak zorunda olan başkaları da var mıdır? Birini bulabilir miyiz konuşmak için?” derken aklımın ucundan geçmezdi onlarca kişi bulacağımız!
Atletizm, halter, boks ve güreş… Öyle hikâyeler vardı ki, Mehmet Özdoğan’ın yaptığı, iki gazete sayfasına sığdıramadığımız röportajları okurken yine yeniden ağladım.
SANAYİDE İŞÇİ, SAHADA ŞAMPİYON
Uluslararası başarı olmadan devletten ya da kulüplerden, hiçbir maddi destek alamayan, neredeyse karın tokluğuna çalışan milli sporcular… Sabahları sanayide işçi, akşam sahada şampiyon olanlar.
Birinin şu sözlerini unutamıyorum: “Cebimizde et alacak para olsa doping kullanır mıyız? Ben yine iyi durumdayım. Evden spor salonuna 20 kilometre yürüyerek gelen milli sporcular var. Aramızda birleşip o gün parası olmayana yarım ekmek döner ısmarlıyoruz. Devlet bütün milli sporcularına bırakın 860 liralık bursu, 500 lira verse doping moping kalmaz.”
Dedim ya; üç yıl önce mevsimlerden yazdı…
BAKANLIK İYİ BAŞLADI
Yarışlara katılan gençler, altın madalya almasalar da çok değerliler ve bunu onlara göstermek gerekiyor. Ki bunun yollarından biri de sporcuları madalya alınca haber yağmuruna tutmak yerine, onları önceden de görmek.
Sokakta onları tanımak; futbolcular misali hikâyelerini bilmek.
O anlamda bu yıl Gençlik ve Spor Bakanlığı, bence büyük düşünerek başladı.
Bakanlık, dün başlayan, 28 branşta, 105 Türkiyeli sporcunun katıldığı Rio Olimpiyatları öncesinde benim çok beğendiğim bir atılım yaptı.
Çeşitli branşlarda Olimpiyatlar’a katılacak kişilerle ünlü isimler buluşturuldu ve sosyal medya fenomenleriyle sporcular bir araya getirildi ki, onlar kitlelere oyuncuları anlatsın.
“#tekbayraktekyürek, #teamTürkiye, #teamTR, #olimpiyatruhu, #rio2016” gibi etiketler oluşturuldu; çok izleyicisi olan insanlardan, eğer ki isterlerse bu etiketlerle paylaşım yapmaları rica edildi.
MUHTEŞEM GENÇLER VAR
Bakanlık’ın medya atağına rağmen, Rio Olimpiyatları’nın yayın haklarını elinde bulunduran Saran Grup ile TRT Spor son dakika anlaştı.
CHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel’in, onun soru önergesinin yalancısıyım, bir çizgi filme (Maysa ve Bulut) bölüm başına 450 bin TL ödeyen TRT’den bahsediyoruz.
Sevmek, desteklemek, izlemek, özenmek için bilmek, tanımak, yakınlaşmak gerekiyor.
Muhteşem gençler var ve gerçekten onları bilen birinin sunumlarıyla, hikâyeleriyle izlemek istiyorum.
İşte bu noktada spor yazar ve yorumcusu Banu Yelkovan’a katılmamam mümkün değil: “Olimpiyatları düzenleyebiliyoruz ama yayınlayamıyoruz!.. Olimpiyat durumumuz yabancı dil klişesine benziyor: Anlıyoruz ama konuşamıyoruz.”
Yine de son dakika bile olsa yayın kararına çok sevindim; onları altın alsınlar, almasınlar tanımak istiyorum.
- Bu yazı 6 Ağustos 2016 tarihinde Sözcü Cumartesi’de Nilay Örnek’in köşesinde yer almıştır.