‘Eserimi korudum amirim’
DOT Tiyatro’nun, İbrahim Selim’in çok beğendiğim oyunculuğu ile beni çok etkileyen bir oyunu var: ‘Bunu Ben de Yaparım’.
Oyun hakkında bir yazı yazmıştım ( http://wp.me/p79ANb-7x ) ve spotunda şöyle diyordu: “Bir kısa tiyatro oyunu; politikacı, sanatçı, cesaretli cahil, gazeteci, din adamı vs. hepsini ‘binlerce meme’ etrafında buluşturup, bir şişe diziyor, köz kömürün üzerine bırakıyor! Biz seyirciler de gülerek izliyoruz”
HAYAT SANATI TAKLİT EDİYOR GİBİ
Ve yanıtı verilemeyecek, “Sanat mı hayatı taklit eder, hayat mı sanatı?” sorusu var ya, işte bir kez daha karşımızda; Abdülmecit Efendi Köşkü’ndeki saldırı ile…
Açayım.
Ben de sergiyi gittim, hatta o kadar etkilendim ki buraya da bir şeyler yazıp paylaşarak (http://wp.me/p79ANb-ZQ ) herkese “Lütfen gidin, sanatla ilgilenmiyorsanız da, sadece bu dönem açık olan köşkü görmek için gidin” dedim.
Yazmamıştım ama sergide en çok dikkatimi çeken şey -ki Instagram’da da hikâyeler bölümünde onu paylaşmıştım- bir güvenlik görevlisi idi.
Hem de bu görevli hangi eserin başındaydı biliyor musunuz? Saldırının konusu olan Ron Mueck’e ait ‘Hırka Altındaki Adam’ heykelinin önünde. Zaten pazar günü, insanlar çılgınlar gibi (gerçekten öyle) fotoğraf çekiyor ve ben onu izliyordum.
ESERİ SANATÇISI GİBİ SAHİPLENMEK
Ben gerçek hayatta başında durduğu bir eseri bu kadar seven bir adam görmedim. Herkes eseri izlerken ben o adamı izledim. Görevli o kadar yalın, sakin bir ses tonuyla o kadar güzel ve büyük bir sevgi ile anlatıyordu ki eseri. Tabii ki o harika oyun, ‘Bunu Ben de Yaparım’ aklıma geldi ve gülümseyerek izledim.
İngiliz yazar Nick Hornby’nin ‘NippleJesus’ adlı hikâyesi bu oyunun temeli. Dave yani İbrahim Selim, gece kulübünde güvenlik elemanı olmaktan yıldığı bir dönemde, bir sanat galerisinde eserlere sahip çıkan görevlilerden biri oluyor.
Ama milyonlarca kadın memesi fotoğrafından oluşan bir kutsal imgeyi koruması gerekiyor… O eseri korurken kendini, eseri, sanatçısından bile daha çok sahiplenirken buluyor. Ve oyunda da böyle işler gelişiyor.
İşte o güvenlik görevlisi ve Ron Mueck’e ait ‘Hırka Altındaki Adam’ın yüzünü görüntülemek için uğraşan bir izleyici.
OLAYI, YERİNDEKİNDEN DE DİNLEYİNCE…
Saldırı haberlerini görür görmez o güvenlik görevlisini ve nasıl üzülmüş olabileceğini düşündüm. Bir şey yazacaktım tembellik ettim. Ve sonra saldırı sırasında olay yerinde olan gazeteci arkadaşım Ümran Avcı’nın Facebook iletisinde olayları anlatışını okudum ve çektiği videoyu izledim.
Tam tahmin ettiğim gibi.
Şunları söylüyordu Ümran: “(…) Başındaki görevli hem eseri koruyor hem de merak edip soran her ziyaretçiye aynı heyecanla tane tane eseri anlatıyordu: ‘Sanatçı burada tamamıyla gerçek saç ve tüyler kullanmış. Hırkanın altında, mahremiyetine gizlenmiş haldeki bir erkek görülüyor. Bu insanın yüzünü merak edip eğildiğinizde ‘mahremiyetime hoş geldiniz’ teması işleniyor… Yüzü, utangaçlığının vermiş olduğu pembelik, yüzündeki o gerilme ifadesi o kadar gerçekçi ki…’
Tam o sırada korkunç ses tonlarıyla ‘Bunu burada tutamazsınız!’ ‘Bu mu laiklik’ vs diye odayı bastılar. Ne olduğunu anlayamadık. Hepimiz geri çekildik. Ablam koluma sarıldı. Tamam dedim, buraya kadarmış öldürecekler hepimizi. Bir odanın içinde onlarca insan sıkışıp kaldık. O anki ruh halini anlatmam ne mümkün. İşaret parmaklarını onca insanın yüzüne doğru sallaya önce güvenlikçiye saldırıp yerlere attılar. ‘Biz dinimize, töremize sahip çıkarız’ diye bağırıyorlardı… (…) İşini severek yapan görevliye su verip sakinleştirdik. Az sonra güvenlik amiri gelip de kendisinde bir şey olup olmadığını sordu. Sesi ve elleri titreyerek verdiği yanıt içimde yer etti: Eserimi korudum amirim…”.
Bir kez daha okurken tüylerim diken diken oldu.
Çünkü o görevliyi gördüm ve hakkında bir senaryo yazsam ona bu cümleyi söyletirdim: Eserimi korudum amirim.
Adını bilmiyorum ama sen bir karaktersin ve iyi ki varsın güvenlik görevlisi.
SEVMEDİĞİMİZİ SÖYLEMENİN DE YOLLARI VAR AHMET HAKAN
Bu arada yazı bu konudayken, eser hakkında “Sevimsiz. İrrite edici. Rahatsız edici. Kusturucu. Mide bulandırıcı. Bağlamsız. Anlamsız. Amaçsız. Berbat” yazan Ahmet Hakan’a da bir şey yazmak isterim.
Ertesi gün de “Söyleyemeyecek miyiz yani? Midemizin bulanma hakkı yok mu kardeşim? Kesin tıraşı” vs. yazmış.
Sorun da zaten burada da, sadece saldırıda değil.
Tabii ki söylersin, hadi diyelim gazetede bile yazarsın!
Ama düşüncesiz ve kaba. Eserin sahibine, emeğine değil sadece beğenenlere de ayıp. Nasıl ki bir yemeği yerken, karşımda aynı yemeği yiyen birinin çatalı bıçağı atıp “İğrenç” demesi bana en kötü gelen şeylerden biri ise… Bu da öyle. Birinin emek verdiği, başkalarının beğendiği bir şey hakkında bu kadar üst perde, ‘Bana göre değil’den öte, terbiyesizce yazılması. Halkın sesi olmasını beklediğimiz köşe yazarlarının (Hâlâ bekliyor muyuz, o da bir konu?) hep kabalığın, ırkçılığın, cinsiyetçiliğin sesi olmayı seçmesi. Empatiyi bu kadar az kurması. Eser benim de favorim değildi. Ama yazı dili çok güzel bir şey, bunu başka yollarla söylemek de gayet mümkün.
Tabii inceliklerin dönemi değil maalesef.
26 Ekim 2017