
Babamın pembe radyosu
İlk sevgili ile evlenmek gerektiğini sandığım zamanlardı…
Babam, benimle evlenmek istediğini söyleyen erkek arkadaşımın kararlılığından etkilenmiş olmalı ki itiraz etmedi, bana baktı ve her zaman ki liberalliği ile “Tabii son kararı Nilay verecek” dedi…
Ama istemediği belliydi…
Ne de olsa daha çok erkendi…
Pek çok söz sarf edebilirdi, kızabilir, çok sevinebilir ya da bu gibi başka uç tavırlar alabilirdi ama yapmadı…
Sadece beni çok şaşırttı, bir minik cümlesiyle…
“Daha ben Nilay’la şöyle Kanlıca’da oturup bir yoğurt bile yiyemedim” dedi!
Aradan 10 yılı aşkın süre geçti…
Ben hâlâ evlenmemiş ve maalesef hâlâ babamla Kanlıca’da yoğurt yiyememişken ona “Kansersin” dendi; Erol Bey ‘yaşam aşkıyla’ onu da yendi. Hastalığı atlatmasından bir yıl sonra karşıdan karşıya geçerken bir trafik kazasında hayatını kaybetti.
Ancak, 8 aylık hastane günleri sağ olsun, iki kızı da ona, onu ne kadar çok sevdiğini, ne kadar değer verdiğini doya doya söyledi.
ÖZLENMEZ Mİ?
İki yıl oldu çok özlüyorum babamı.
Bazen bir ceketin cebinden, o olmadı bir kitabın arasından, eski bir çantadan mektup çıkıyor. Babamdan…
Maşallah, … Ve bunlar evin her yerinde.
Sevdiğini de mini mini mektuplarla söylemiş, endişelendiğini de, Cahit amcayla tavla oynamaya gittiğini de!
Şu yaşıma geldim yükselen burcumu bilmezdim, ona bile babam yetişti. Doğduğum gün bana yazdığı bir mektubu geçenlerde bulduk. Tüm ayrıntılar, hisler, adımın nasıl niye konulduğu; hepsi o mektupta!
İşte o mektuplardan da mı ne; hâlâ o ölmüş gibi gelmiyor; ben bir yerdeyim sanki o başka yerde,buluşacağız bir yerde… Sakinim genelde.
Ama bazen öyle bir obje görüyorum ki, işte o beni dağıtıyor. Bir fayans çatlağını onarmaya girişip de tüm mutfağı değiştirmemize neden olan, ‘tamir etme yeteneksizliğini’ temsil eden alet çantasını mesela…
Ya da bir olta görüyorum. Sırf balığı yaprağına koyup ızgara yapabilsin diye arka bahçeye defne ağacı ekişi aklıma geliyor.
Bir gazoz şişesi bile bana onu hatırlatabiliyor. İlkokul 2’de doğum günüme kasalarca gazoz getirişi beni sınıfın en havalısı yapıp, ‘en kral baba’ ilan edilişini hatırlıyorum.
Benim ona hediyem olan ‘cart pembe radyoyu’ buldum geçenlerde. Sevdiğim koca adamın pembe radyosunun düğmesini çevirip, sevdiği müziği bulduğundaki o tatlı tebessümü, içi gülen yeşil gözleri beliriverdi zihnimde.
KANLICA’DA YOĞURT YESEYDİM
Müzik dinliyor… Manzaraya bakmış, çayından yudumlamış… Cep telefonu kullanamayan bir adam olduğunu kabul etmemiş de “Ya bu cep telefonu da bozuk mu ne?” diye düşünmüş, sonra biraz müziğe dalmış, eliyle name yapmış! Annemi aramış “Eve gelirken bir şey getireyim mi?” demiş, aldığı siparişi “A onu alamam” diye son 30 yıldır hemen her akşam olduğu gibi reddetmiş olabilir.
Çünkü o böyle biridir! “Unutmak insanlığın en büyük düşmanıdır” demiş bilmem kim, kim bilir, böyle anlarda unutmak bana çok iyi dost olabilir!
Babalar Günü geliyor ya, “Bu sene de hiç açmadığı bir gömleği, allayıp pullayıp versem fark eder miydi?” diye düşünüyorum.
Ne bileyim, babamı en çok “Yaşamı doya doya yaşayan, hayatın değerini bilen biri olduğunu düşündükçe” özlüyorum. Bu arada her gün “Keşke onunla Kanlıca’da yoğurt yeseydim” diyorum!
* 20 Haziran 2009 Cumartesi tarihinde Nilay Örnek’in Habertürk gazetesindeki köşesinde yayımlanmıştır. Bu yazı daha sonra Paradigma Yayınları’ndan çıkan Kızlar ve Babaları adlı kitaptaki yazılardan da biri olmuştur.