Aşkın binbir yüzü: Fornasetti
Bir kadın yüzü var, fayanslardan vazolara pek çok yerde gördüğümüz… Onu görünce “Aaaa Fornasetti” diyoruz. Çünkü artık Piero Fornasetti’nin yüzü, ‘takıntılı bir biçimde’ 350’yi aşkın farklı şekliyle resmettiği tek bir kadının, Lina Cavalieri’nin yüzü… Ortada bir sanat var. Ama fitili ne ateşledi; tutku mu, takıntı mı, aşk mı? Ve yüzü bir erkek ismiyle özdeşleşen o kadın kim? Fornasetti’nin ‘oyuncaklı’ sanatını izlerken akla kazınan o yüzün ardına da baktık, 1900’lerin en sıkı kadınlarından birinin hayatına da daldık…
“32 yaşındaydı. Zengindi. Her gün canının istediklerini yapmak için bahtiyar uyanıyor ve gölgesiz bir yarının huzuruyla rahat rahat uyuyordu. Ruhunu aşkla didiklemeyen birkaç da metresi vardı. Yaşamak ne iyiydi! Öteden beri antika eşya biriktirmeye meraklıydı. Çok defa bu şeylere dokunmuş meçhul elleri, beğenerek bakmış gözleri ve bunları sevmiş kalpleri düşünüyordu. Çünkü eşya da sevilir! O da bir antika cep saatiyle saatler geçirebiliyor; o eşyalarla birlikte, onu alan, koruyan ve onunla yaşayanları da merak ediyor, ‘artık yoklar ya’, kimi zaman onlar için ağlıyordu.
Bir güneşli Paris sabahında 17’nci yüzyıldan kalma İtalyan işi bir dolap gördü.
Şu büyülenme ne garip bir şeydir. Bir parçaya bakarsınız; yavaş yavaş şaşırtır ve esir eder. Onun şeklinden, renginden, eşyalık çehresinden gelen acayip cazibesi içinize akar ve siz bu şeyi hemen sever, özler ve istersiniz. O da, bu büyülenmeyle dolabı aldı. Koleksiyoncuların aldıkları ufak tefekle yaşadığı balayı meşhurdur. O da sık sık dolabı hem gözüyle, hem eliyle okşuyor, dışarıda sık sık onu düşünüyor, eve gelir gelmez ona yaklaşıyordu.
O GÜN, O SAÇ, O AŞK
Sonra bir gün dolabın levhasına dokunurken o kabarıklığı hissetti; ardında bir şey vardı. Bir kadife üzerine tutturulmuş, sırma telle bağlanmış, kızıla yakın sarı saçlardan uzun, gür bir örgü. Ve tabii ki sorular geldi. Bu saç ne zaman, niye oraya konmuştu? Kim koymuştu? Bir veda gününde sevgili mi; bir intikam saatinde koca mı, bir ümitsizlik anında bizzat kadının kendisi mi?
Bunu çok ama çok fazla düşündü. O saç ile daha fazla vakit geçirmeye ve daha çok hayal etmeye başladı. Ona zihninde bir vücut yaptı. O artık aradığı sevgiydi; aşktı.
Kafanın içindeki deli fikir ne inatçı, tırnaklayıcı, oyuncu bir şeydi! Oysa mutluydu. Mutluluğunu paylaşmak istedi. Tiyatroya, sinemaya niye ‘onunla’ gitmesindi?!
Onu anlamadılar ve bir akıl hastanesine kapattılar.”
Guy de Maupassant’ın ‘Saç’ hikâyesinde anlattığı bu gidişat, aradığı ilhamı pek çok defa geçmişte, eski bir fotoğrafta, siyah beyaz bir bakışta bulan benim gibiler için etkileyici olduğu kadar da korkutucudur. Delice merak, obsesif şekilde bağlanmak, sürekli ve sürekli ‘ondan yola çıkmak’ bir insanı ‘bitirebilir’. Ya da sanatla bir araya geliyorsa bambaşka bir dünya da yaratabilir. Tıpkı geçmişin görsel imgelerine tutkuyla bağlı, bir o kadar da modern ve yaratıcı Piero Fornasetti’ye olduğu gibi…
NİYE BAŞKALARI DEĞİL DE O?
O bir ressam, heykeltıraş, oymacı, içmimar, tasarımcı, yayıncı ve koleksiyonerdi.
20’nci yüzyılın en üretken sanatçılarından sayılan Fornasetti, 1988 yılında, 75 yaşında ölene kadar 13 binin üzerinde farklı tasarımda eser/ürün ortaya çıkardı; İtalya’dan dünyaya yayılan büyük bir ün ve marka bıraktı.
Bir araya geldiklerinde bir erkek ile kadının heykeli andıran mükemmel vücutlarını sunan ‘Adem ile Havva’ t
abakları da ünlü, onun elinden çıkan üzeri minyatür birer resim olan dolaplar da…Yunan ve Roma dönemine göndermeler yapan resimleri, astroloji sembolleri, kelebekler, eller, Güneş, portreler, balıklar, oyun kartları, neoklasik detaylar en çok kullandığı motiflerdi.
Ama özellikle bir yüzü, bir kadın yüzünü görünce ‘onu görmüş gibi oluyor’, “Aaaa Fornasetti” diyoruz. Çünkü artık Piero Fornasetti’nin yüzü, ‘takıntılı bir biçimde’ 350’yi aşkın farklı şekliyle resmettiği tek bir kadının yüzü oldu; Lina Cavalieri’nin… Peki kim bu kadın?
Nasıl buluştular, niye o?
‘DÜNYANIN EN GÜZEL KADINI’
Başka bir yüzyıldanım, cinsel eğilimim kadınlara yönelik değil, yine de söylüyorum Cavalieri âşık olunacak bir kadın; o net. Zaten olan da olmuş! Onun hayatında, Fornasetti’nin ‘yüzü’ olması sadece bir satır! Lina Cavalieri 1874 yılı Noel’inde doğdu; 15 yaşında yetim kaldı. Çiçek ve gazete satıp para kazanmaya çalışırken kendi kendine şarkılar söylerdi. Ve bir kafenin sahibi onu keşfetti. Yetimhaneden kaçtı, sanat topluluklarıyla Paris’teki kafelere oradan da sahnelere geçti. Çok güzeldi. 1900’de Lizbon’a gittiğinde artık büyük, çok büyük bir opera sanatçısıydı; Paris’ten New York’a pek çok şehirde sahneye çıktı.
1904 yılında bir Rus prensi olan Alexandre Bariatinsky ile evlendi. Bir oğulları oldu. Bu evliliği üç yıl sürdü. Biri sekiz gün süren, üç evliliği daha oldu! Döneminin en çok fotoğraflanan kadın sanatçısıydı. Güzelliği ile sadece evlendiği adamları değil kadın erkek hemen herkesi etkiliyordu. Ona operalar, şiir ve kitaplar adandı. Sonradan hakkında çekilen filmlerden birine isim de olan ‘Dünyanın en güzel kadını’ en ünlü sıfatıydı; ‘Venüs’ün yeryüzündeki yansıması’ ikincisi. Sadece iri gözleri, minik ağzı, etkileyici cildi ve saçlarıyla değil, tarzı ve ‘kum saati’ tabir edilen (Dita Von Teese misali) incecik belli vücut modeliyle de efsaneydi.
ÇOK YÜZLÜ, ÇOK MESLEKLİ!
Hepsi bugün birer ‘kayıp film’ de olsa sekiz filmde başroldeydi. Sessiz filmler de çekti. Kendine bir güzellik salonu açtı. 40 yaşına da hâlâ o kadar güzeldi ki, bir gazetede kadın güzellik köşesi yazmaya başladı, ardından bir de kitap geldi.
Kendi adına, şişesi bir tasarımcı tarafından yapılan ‘Mona Lina’ adlı bir parfüm piyasaya çıkardı. Savaş zamanında hemşirelik de yaptı. Bu kadının yapamadığı bir şey var mıydı?!
Ölümü de ‘konuşulası’ olmalıydı değil mi? Savaş döneminde dördüncü kocasıyla birlikte İtalya’da yaşarken, bombalama sırasında sığınağa koştuğu sırada birden mücevherleri için geri dönmeye karar verdi. O saldırıdan, sığınağa kaçan evin tüm hizmetlileri sağ, o ve kocası ise ölü çıktı!
‘BAŞLADIM VE ASLA BIRAKAMADIM’
Peki meraklı, görsel dünyası güçlü Fornasetti, 1800’lerden kalma bir Fransız dergisini karıştırırken onun yüzünü gördüğünde bunları biliyor muydu?
Bu, bilinmiyor. Çünkü Fornasetti, sadece 19. yüzyıla ait bir dergideki fotoğraftan bahsediyor. Ama fotoğraftaki kadınla ilk görüşte aşk yaşadığı kesin! Çünkü Piero Fornasetti’nin bu konuda söylediği tek bir şey var, “Onun yüzünü gördüm, geometrik olarak mükemmeldi. Antik Yunan heykelleri gibi… Çizmeye karar verdim. Niye bilmiyorum; bir kere başladıktan sonra asla bırakamadım.”
ALTIN ORANINI BULUNCA
Belli ki, Piero Fornasetti, sonrasında yüzlerce farklı şekle bürüyeceği temasını ve ‘altın oranını’ bir yüzde bulmuştu. Ondan hiç sıkılmadı; onu tekrar ve tekrar yeniden doğurdu. Bundan sonra Fornasetti, ‘Tema e Variazioni’ (Tema ve Versiyonları) adlı serisi için her biri ayrı numaralandırılan 350’yi aşkın tabak yaptı. Kimi üzgün kimi şaşkın, kimi ıslak kimi komik 350 Lina Cavalieri yüzü. Bu tabaklar ve o güzel yüzün olduğu tüm objeler, sadece dekoratif bir öğe değil aynı zamanda açık artırmalarda değer bulan birer arzu nesnesi ve sanat eseri oldu.
Sadece fotoğrafını gördüğün bir kadını binlerce farklı şekilde resmetmek… Bazıları için bu ‘takıntı’. Ama obsesif tavırlarıyla bilinen, çocukluğundan beri gördüğü halüsinasyonları, noktalar ve dev puantiyeleri birer sanat eserine dönüştüren Yayoi Kusama daha da takıntılı; ne olacak ki? Bu hikâyedeki kimse normal değil; belki de geçen sene Paris’te açılan Piero Fornasetti hakkındaki serginin ve kitabın adı her şeyin yanıtı: ‘Kullanışlı Delilik.’
Piero Fornasetti, koleksiyonculuğu, biriktirmelerini, takıntılarını, zihnindeki o sirki sanata evirmeyi bildi; kendisinden sonra sanatını ve büyülü dünyasını koruyan, devam ettiren oğlu Barnaba Fornasetti’ye hem aşkla üzerinde çalışılmış güzel bir yüz, hem de milyonlarca euroluk bir ‘sihirli’ imparatorluk bıraktı.
*** Nilay Örnek’in bu dosyası Tempo Dergisi’nin Şubat 2016 sayısında Sanat bölümünde yayımlanmıştır.