Ahmet Uluğ’un vedasını okurken… O yıllar baya müzikli, baya Pozitifmiş

Hayata Dair, İlginç bilgi, Müzik, Sanat, Şehir, Türkiye halleri, Zamansız yazılar

Ahmet Uluğ yani dünyaca ünlü pek çok müzisyeni Türkiye’de dinlememize neden olan kişi, yine buna aracı olması için kurdukları şirketi, Pozitif’i bıraktığını açıkladı. Neden? Tahminlerim var ama çok da ilgilenmiyorum. İlgilendiğim, veda mektubundaki beni, sizi, belki binlerce insanı duruma ortak eden o müzikli geçmiş. O gruplar, müzisyenler, o unutulmaz konserler… “İyi ki de yaşamışız” diyeceğim kadar iyiler...

Pozitif, Doublemoon, Babylon ya da son yıllarda Cappadox… Daha pek çok şey var da… Özellikle bunlar benim için, Türkiyeli bir müziksever için çok şey ifade ediyor. Bunun içindir ki, hiçbir kişisel tanışıklığım olmasa da öldüğünde ağladığım insanlardandır Mehmet Uluğ.
Şimdi Ahmet Uluğ’un Pozitif’i bırakma mesajını gördüm. Facebook’taki vedayı sonuna kadar, gözlerim dolarak okudum.
Gençliğime, heyecanlarıma, en güzelinden anılarıma, aşklarıma, Türkiye özlemi çektiğim bir yıla…. Nelere nelere gittim.
Bu yüzden de izin de almadım ama mesajı paylaşmak istedim.
Çünkü bu satırlar biziz, bizim de geçmişimiz, bizim de anılarımız.
İyi ki onları ilk günlerinden bu yana hep takip etmişim, hep ‘oralarda’ olmuşum, yaşamışım. Benim için çok önemli tüm bunlar, müzik ve tutkular… Ben baya üzüldüm. Ama Yani…
Ahmet Uluğ’un mesajını okuyun, ne demek istediğimi tahminim o ki “hissedeceksiniz”…

“Sevgili dostlar,

1989’da başladığımız bir yolculuğun sonuna geldim. Mehmet Uluğ ve Cem Yegül ile 1989’da Pozitif’i, 1998’de Doublemoon’u ve 1999’da Babylon’u kurduk, büyüttük ve yaşattık. 1992 yılında Cem Akkan’ın çektiği bu fotoğraf aynı tutkuları paylaşan ve birbirlerini tamamlayan üç insanın benim için kutsal birlikteliğini temsil ediyor.

İlk on senemiz yoku var ederek geçti. Sun Ra’yı Türkiye’ye getirme hayali ve bunu yapacak kimse yoksa biz yaparız arzusuyla yola çıktık ve 1990’da getirdik de. İhtiyaçlar hep bir sonraki girişimi getirdi.

Müzik sektörünün her köşesinde çalışma fırsatını bulan nadir insanlardan biri olarak çok şanslı olduğumu düşünüyorum. 1989’dan beri Türkiye ve dünyada birçok güzel insan ve kurumla tanıştık, ilişki kurduk, projeler geliştirdik ve gerçekleştirdik. Sorunun değil çözümün parçası olmaya çalıştık.

1989’da tek tek konserler yaparak başladık. Her konser kendi içinde çok emek ve maliyet gerektirdiğinden, çabalarımızı festival yapmaya yoğunlaştırdık. 1990 sonunda da, pek de tanınmayan bir müzik türü olan Blues’u, İstanbul’un alışık olmadığı bir düzende, yüksek enerjili beş- saatlik bir maraton olarak tasarladık. Efes Pilsen Blues Festival’i önce sadece İstanbul’da yaptık. Formülün başarısı festivali zaman içinde Türkiye’de 25 şehir ve Rusya, Romanya, Ukrayna, Kazakistan ve Sırbistan’ı da kapsayan iki aylık turneye dönüştürdü ve İstanbul ve Moskova’da üç gecede 10,000 kişi izledi. 2010’da Amerika’da The Blues Foundation’dan “Keeping the Blues Alive” ödülü aldık.

1991’de birincisi yapılan Akbank Caz Festivali ile rüyalarımız gerçek oldu. Caz dünyasının derinliklerine ulaştık, sağlam ilişkiler, güzel dostluklar kurduk. Hayalimizde kim varsa Türkiye’ye getirdik. Europe Jazz Network’ün parçası olduk.

1994’de Aysegul Turfan ve 1996’da Arzu Arzu Burhanlioglu ekibe katıldılar, gücümüze güç kattılar. Yıllar boyu beraber yürüdük.

1994’de nihayet Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda konser yapmaya başladık. Biletlerinin tamamı satılan Parliament Jazz Festivali konserleri ilk yılında dört gün dört gece süren yağışa rağmen dopdoluydu . James Brown, Ray Charles, Joe Cocker, Al Jarreau gibi isimleri bu sayede dinleme fırsatı yakaladık.

1995’de Açık Radyo’nun kuruluşunda rol aldık. Radyonun müzik ve yayın politikasını şekillendiren ekibin içinde bulunduk. 1997 yılında Açık Radyo bir açılım peşindeydi. Beraber, Müzik Şenliği’ni Türkiyeli tüm müzikleri kapsayacak iki günlük fuar şeklinde tasarladık. Festival’in ikinci yılında Kürt ve Ermeni grupların konserleri de vardı. Mekân Harbiye Askeri Müze kompleksiydi ve bu konserler için izin çıkmadı. Bu bizi çok üzdü ve ne yazık ki üçüncüsü gelmedi çünkü bu tarz bir etkinliği yapacak başka uygun yer bulamadık.

1997’de festival ortamını kulüp ortamına yakınlaştıran, FujiFilm World Music Days’i farklı mekânlarda düzenledik; Staras Stüdyo’larını, Maslak Hangar’ı kullanıma soktuk. Brooklyn Funk Essentials ‘Üsküdar’’ı funk/reggae tarzında çalarak büyük bir sürpriz yapmışlardı. O kadar iyiydi ki mutlaka kayıt edilmeli diye düşündük.

1998’de Doublemoon kurarak müzik yapım işine girdik, plak şirketi kurduk, proje geliştirdik.. İlk albümümüz Craig Harris-@Barbaros Erköse Erköse ile oldu. Sorumluluğunu aldığım ilk proje Ilhan Ersahin’in Norah Jones’lu Wax Poetic albümü oldu. Memo Burhan Öçal-Jamalaaden Jamaaladeen Tacuma, Cem de Hüsnü Şenlendirici’li Brooklyn Funk Essentials’ı yaptı. Albümlerimizi Avrupa, Japonya ve Amerika’da dağıttık. 2001’de Doublemoon Montreal Jazz Festival’nin dikkatini çekti. Şehrin merkezindeki geleneksel 150,000 kişilik konser için temayı Türkiye olarak belirlediler ve Doublemoon sanatçılarını davet ettiler. Burhan Öcal, Mercan Dede ve Sultana ile o büyük heyecanı yaşadık. 2002’de Mercan Dede’yi Essen’de, 2007’de Taksim Trio’u Sevilla’da ve 2010’da BaBa ZuLa’yı Kopenhag’da, WOMEX (World Music Expo) kapsamında dünyaya sunduk.

Babylon’da bir ihtiyaçtan doğdu. O zamanlar konserlerden sonra müzisyenler bir kulübe gidip jam-session yapmak, çalmaya devam etmek isterdi. Baktık ki İstanbul’da bu tarz bir mekan yok ve biz kendi mekanımız olsun hep istedik, kolları sıvadık. 1999 Babylon’u Asmalımescit’de açarken buraya insan gelir mi diye çok düşündük. Dünyayı Istanbul’a taşıdık, Istanbul’dan dünyaya açılacakların mutfağı olduk. Ahalimizle güçlendik, tüm dünyanın gözlerinin kentin üzerinde olduğu yıllarda, Istanbul’un sesini açtık. Patti Smith, Omara Portundo, The National ve nicelerine ev sahipliği yaptık.

2002’de diğer bir rüya gerçek oldu. Manu Chao’yu Türkiye’ye getirmek için Efes Pilsen’i One Love festivale sponsor olmaya ikna ettik. Tüm Beyoglu’nun Manu Chao çaldığı dönemdi, konser dört saat sürdü, gelen herkes tek vücut olup çıktı oradan. One Love daha sonra Moby, Pulp, Morrisey, Black Eyed Peas ve nicesi ile devam etti, ta ki kanunlar bizi durdurana kadar.

2003’de Rock’nCoke ile kamplı festival dünyasına girdik. Rock dünyasının, The Cure, Iggy Pop, Korn, Prodigy gibi sanatçılarını büyük sahnelerde sunduk. Türkiye’nin gençliği ile tanıştık, unutulmaz bir Duman konseri dinledik. Adrenalin uykusuz geceleri nasıl taşıdığını büyük bir ekiple yaşadık. Serhan Vardarlı ekibe katıldı.

2006’de insanlar yazın iç mekânlara girmiyor, Alaçatı’da hem iş hem de tatil yaparız kafasıyla Çeşme macerasına giriştik. Yazlık ve plaj gibi kavramlar girdi hayatımıza.

RocknCoke’da edindiğimiz deneyim ve kurduğumuz ilişkiler, bize Istanbul’un beklediği stadyum konserlerini yapabilecek kapasiteyi verdi. 2010’da U2’yu Olimpiyat stadında yaptık ve bir daha orayı kullanmamaya karar verdik. 2012’de Red Hot Chilli Peppers için stadyum bulamayınca, Santral Istanbul’a sıkıştık, çok zorlandık. 2013’de İnönü Stadı yıkılacağı için tutabildik, Rhianna ve Iron Maiden konserleri yaptık.

Stadyum konserleri yaptık yapmasına ama bu boyut beraberinde büyük risk ve zorluklar da getiriyordu. Üstelik aldığımız ivmenin gazıyla gerçekleştirecek başka hayallerimiz de vardı. 2013 yılında, Pozitif ve tüm girişimlerinde Doğuş Holding ile ortaklığa girdik, hisseleri teslim ettik.

2014’de Volkswagen Arenana ’yı açtık, 2015’de Memo’nun son projesi Cappadox Festival’i hayata geçirdik. 2015’de Babylon’u bomontiada’ya taşıdık, oranın bir kültür durağı olması için çaba gösterdik. Şansız bir Kilyos deneyimi ve gereksiz bir Bodrum operasyonu önemli dersler olarak kitaba yazıldı.

Aynı dönem, 2013 Gezi olaylarıyla başlayan, 2013 Soma faciası, 2015 bombalar ve 2016 darbe teşebbüsü ile devam eden sürece denk geldi. Konser yapmaktan çok iptal eder olduk. Ne kadar dertli bir coğrafyada ne kadar zor bir iş yaptığımızı bir daha hatırladık.

2013’de kendi trajedimizi yaşadık. Memo’nun eksikliği bana hayatta bir takım ince ayarlar yapma ve önceliklerimi gözden geçirme fırsatı verdi. Hayattaki en büyük şansım Memo ve Cem kombinasyonu olduğunu ve yaptıklarımızdan hiç birini hiçbir şeyi tek başıma gerçekleştiremeyeceğimi biliyorum.

10 Mayıs, Pozitif’te son günüm. Şimdi kendime zaman ayırmak, bir mola vermek, ardından da enerjimi yükseltecek insanlar ve ortamlarda bulunmak, üretmeye devam etmek istiyorum. #mu

Teşekkür edecek çok insan var. Bu uzun yazıyı sonuna kadar okuduysanız, eminim siz de onlardan birisiniz. Dönüp geriye baktığımda elle tutulan tek şeyin kurduğum dostluklar olduğunu görüyorum, İstanbullu olmaktan ve beraber yürümekten gurur duyuyorum.

Ahmet Ulug”