Zamanı gelmek

Türkiye halleri

Zamanlama tam da yerine oturunca, gelen her şey nasıl da bereketiyle geliyor. Bir kitap, bir film… Bin düşünce, pek çok kadın…

The Rolling Stones’un en eski şarkılarından biri, benim de en sevdiklerimden; Time Is on My Side.

‘Zaman benden yana’ diyor da şarkıda, eşlik etmeye içim elvermiyor; sorguluyorum, “Zaman, ne zaman benden taraf oldu?”

Aynı şeyi The Rolling Stones için söyleyemem tabii ki. Yıllar önce bir festivalde, Martin Scorsese tarafından çekilen The Rolling Stones belgeseli ‘Shine a Light’ı izliyordum. Filmin bir yerinde eskilerden alınmış bir röportaj görüntüsü, grubun da ilk yılları, Mick Jagger’a “Daha ne kadar müzik yaparsınız?” diye soruluyor. Genç Jagger “Bir yıldır sahnede olduğumuza bile inanamıyorum. Heralde 1 yıl daha çalarız” diyor! Malum, grup 60’ıncı yılına merdiven dayayacak. Şarkıda öngörülü, röportajda olabildiğinde şuursuzmuş Jagger. Neyse…

ZAMAN BÖLÜCÜLÜK

Evet, zaman geçiyor; evet hepimiz yaşlanacağız; bir şeyleri kaçırıp bazılarını da yakalayacağız. Benim takıldığımsa bölünmeler… Herkesin bölmeyi normal, bölmeyi hak görmesi…

Sorun bu durumun beni birazcık sinirlendirmesi. Oysa artık bunun günün durumlarından, ‘çoktan edinilmiş yeni normallerden’ (yeni normal kusacağım) biri sayılması gerekiyor. Herkesin bir gündemi, herkesin bir içeriği, hatta onlar olmazsa ‘kendisi’ var. Herkes elindekini birine dayatıyor; zamanlı, zamansız…

Oysa mesafeye ihtiyacımız büyük, inceliklere… Soğuyorum çok şeyden, güncelden, bölmelerden, bölünmelerden, düşünmeden reflekse dönüşmüş tepkilerden, taleplerden…

Bir zamandır yorgun hissediyorum. İyi işlerin gösterilmesi, kaybolmaması, desteklenmesi taraftarı olduğumu her fırsatta da söylediğim için benim de pek çok bölenim oluyor. Elimdeki her iş yarım, her iş eksik kalıyor. Ama bir de doğru zamanda, doğru yere denk gelenler var… O zaman o kadar tadından yenmiyor ki… O kadar.

OKUYAN EYLÜL…

Eylül Görmüş ‘uzaktan’ arkadaşım, onunla benim bir televizyon programımın çekiminde tanıştık, sonra nasılsa birbirimizi bir yererden izler, birbirimize bakar olduk. Hemen olmadı bu, zamanla. Sindire sindire… Gelişini fark ettirmeden.

Benzer kitaplardan hoşlanmak olsun, benzer kaygılarda buluşmak olsun, çok farklı olmamıza rağmen bir yerlerde denk gelmek olsun, görmek hoşuma gider oldu.

İşte ben de mesela. Bir iş yaptım mı birileri baksın, yorumlasın istiyorum tabii.  

Ne bileyim, benim de bir takım insanlarım var. Kitap yazıyorsam ya da bir iş yapıyorsam onlara göndermiyorum ama alsın, okusunlar diye içten içe ölüp bitiyorum, düşündüklerini merak ediyorum.

İki kitabımda da “okusun” istediklerimden biriydi Eylül.

NASIL BESLEYİCİ: BİR KİTAP, BİR FİLM

Birkaçtır orada burada görüyorum, kitap ve filmlerle ilgili bir şeyler yapıyor o da. Ama işte ‘zaman’, işte ‘bölünme’, hiç bakamadım, zamansızlıktan bakmaya da yeltenemedim… Ne de olsa zamanı gelir…

Hatta Eylül bana bir sesli mesaj ve link de göndermiş, onu bile görmemişim.

Ama işte “zamanı gelmek” diye bir şey var.

Lego gibi oturuyor; tak tak, rengarenk bir şeyler kuruluyor. 

Eylül Görmüş ve Tuğçe Arslan Üçer, Instagram’da, 1 Kitap, 1 Film ve onların çağrıştırdıkları üzerine bir programa başlamışlar. Baktılar teknik sorunlar oluyor, Instagram’da kayıt uçuyor, işi YouTube’a taşımışlar.

İlk bölüm Adalet Ağaoğlu’nun ‘Ölmeye Yatmak’ kitabı ile Pelin Esmer’in ‘İşe Yarar Bir Şey’ adlı benim de çok sevdiğim filmi üzerine.

Ay nasıl güzel, nasıl!

O kadar iyi geldi ki. Kadınlık üzerine, Türkiye’de kadın olmak üzerine, yazı, film, oyunculuk, bilinç akışı, toplumsal kusurlarımız üzerine, o kadar rahat, o kadar keyifli, zihin açıcı, not aldırıcı, başka kaynaklara baktırıcı bir şey ki…

Geçen Tuğrul Eryılmaz ile podcast çekiminde konuşuyorduk; “Şimdi Adalet Ağaoğlu’nu çok eleştiriyorlar ya, ‘Ölmeye Yatmak’ ve ‘Bir Düğün Gecesi’, bu iki roman için susarsın” diyordu Tuğrul Bey. (Ya çok ‘vicdanlı’ bir bölüm, tavsiye ederim).

Zaten doğduğumdan beri içinde olduğum ama bir zamandır çokça fazla üzerine düşündüğüm bir şey bu ülkede kadın olmak ve hallerimiz. 

(Bu konuya da değinen bir podcast bölümü daha tavsiye edeyim; o da Ece Temelkuran ile…)

Sonra dedim ki, “İşe Yarar Bir şey’i o gözle bir kez daha izleyeyim.”

Sonra dedim ki, “Ne seneler oldu, ‘Ölmeye Yatmak’ ve diğerlerini (malum onlar ‘Dar Zamanlar’ üçlüsüdür) yeniden okuyayım…” 

Sonra düşündüm, Şebnem Ferah’ın ‘Yalnız’ şarkısında ya da Özlem Tekin’in ‘Saat’inde, iki kadın rock şarkıcısının şarkı sözlerinde, ‘Ölmeye Yatmak’ ifadesinin geçmesi nasıl bir tesadüf…

Yalnız’dan…

“Kim bilir neler neler geçti başından

Kimse böyle yalnız olamaz

Anlat birer birer, tut ellerimden

Kimse böyle küskün olamaz

Çizgi çizgi yüzünde, gölgeli gözlerinde

Ağır sessizliğinde neler neler var?

Ne hikâyeler var?

Her bahar öncesinde kardelene dönüşmeyi

Kopmayı, koparılmayı anlat

Karanlıkla dans etmeyi, sonra ölmeye yatmayı

Kahpe dünyayı anlat, anlat

Titreyen çenende dünya devrilmiş

Kimse böyle üzgün olamaz

Gözlerin dolu dolu, hayatın da öyle

Kimse böyle yorgun olamaz

Hep göz pınarında duran o gözyaşında

Akmaya hazırlanan neler neler var?

Ne hikâyeler var?”

Saat’ten…

“Ölmeye yattım, ecel gelmedi

Sevmeye kalktım, giden gelmedi

Neye el asam, eridi gitti

Neye el atsam…”

Zamanı gelmiş demek… ‘Ölmeye atmak’ ifadesi; yazınları ve kadınları beni içine aldı… Sözü, Her Umut Ortak Arar’daki başlıklardan biriyle bitireyim: Zamanlamamız, zaman zaman iyi…

10 Mayıs 2020

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.