Yok olmadan… Gidin görün…
İzmir’de bulunan 945 yaşındaki bir zeytin ağacının sadece 5 dakikalık bir şov için Antalya’ya taşındığını gördüğüm günün ertesiydi… İstanbul Modern’deki ‘Yok Olmadan’ sergisine gittim…
“Cennete kaldırım döşediler, bir de otopark kondurdular. Aldılar bütün ağaçları, koydular Ağaç Müzesi’ne; milletten de 1.5 dolar kestiler. Hep böyle değil midir gidişat? Bilmezsin elindekinin değerini; yok olmadan…”
Allah’tan, bizi hâlâ çeken bir şey var: Sınırlılık.
Yemek ‘soğumadan’ yemek, parti ‘bitmeden’ orada olmak, müzik ‘susmadan’ dinlemek, o ‘gitmeden’ yetişmek, para ‘tükenmeden’ önlem almak istiyoruz…
Bunun için ilk önce ismi çok hoşuma gitti: Yok olmadan.
Hem hâlâ umudu var, hem çekici kılıyor, hem de uyarıyor.. İstanbul Modern’deki görülesi sergi, ismini yazının başında bir nakaratı olan Joni Mitchell’in ‘Büyük Sarı Taksi’ aldı şarkısından alıyor.
TAŞ KÜTÜPHANESİ
Kimi zaman doğanın içinde ne kadar iyi olduğumuzu hatırlatarak, kimi zaman faydasını göstererek, onsuz nasıl hissedeceğimizi hissettirerek ya da dönem dönem iktidarlarla, öğretilmişliklerle ona nasıl baktığımıza ayna tutarak bir farkındalık yaratıyor.
Farklı kıta, farklı coğrafya ve hatta farklı yüzyıllardan sanatçılar; ilginç karakterler var.
27 yaşındaki Alper Aydın’ın iki işi de insanı içine çekiyor. Özellikle memleketi Ordu’dan, Konya, Ankara ve İstanbul’dan topladığı fosilleşmiş ağaç ve taşlardan oluşan ‘taş kütüphanesi’ serginin en güzel işlerinden biri.
Mark Dion’un ‘kutup ayılarının’ yıllar içinde bize sergilenen ‘farklı imajlarına’ dair işi ya da Roger Ackling’in sahilde bulduğu tahta parçalara güneş ışığı ve büyüteçle yaptığı müdahalelerle ‘sıfır maliyet ve sıfır karbon ayak iziyle’ oluşturduğu eserler çekici.
SAKSI SEHPANIZ VAR MI?
Elmas Deniz’in video işi ise Güney Kafkasya’nın olağanüstü doğasında… İnsan o dev ekrana girmek istiyor. Orada olmak, huzur bulmak. Sonra görüntülerin bir drone ile çekildiğini vurgulayan ani dönüşler hissimizi biraz bozarken sonunda da kafamıza bir fiske atıyor: Sen Kuş Değilsin! Keşke olsaydım…
İstanbul’da yaşayan Brezilyalı sanatçı Camila Rocha’nın müzenin fuayesinde yer alan, canlı, yapay ve özel üretim bitkileriyle, yüzeyler ve salıncaklarla oluşturduğu alanın adı ise: Sefatoryum.
Burada en çok ‘saksı sehpaları’ dikkatimi çekiyor. Evet eskiden saksı sehpaları vardı; artık neredeler?
945 YILDIR AKLA GELMEMİŞTİ!
Yoko Ono’nun ‘derme çatma’, muhtemelen bir felaket sonrasında yapıldığı hissi veren 50’ye yakın çocuk ve yetişkin tabutunu, kuş sesleri ve tabutlardan çıkan zeytin fideleri tamamlıyor. Ono’nun müzeye hediye ettiği ‘Ex It’ adlı eserin, serginin en manalı ve Instagram favorisi eserlerinden olacağı kesin.
20 metrelik bir rulo üzerine 5 yıl boyunca ince ince resim yapan Çinli sanatçı Bingyi’nin eserinin adıysa ‘Kıyamet’; Siçuan bölgesinde 70 bin kişinin öldüğü depremin ardından 2011 yılında başlamış bu eseri yapmaya. Eserdeki ince dokunuşlar, onu anlatan video röportaj çok etkileyici.
Bingyi’nin eseri ‘Kıyameti’ne göre insanlığı yok oluşu sadece kaçınılmaz değil, belki iyi ve güzel de!
İddialı!
Ama İzmir’deki 945 yaşındaki bir zeytin ağacını sadece 5 dakikalık bir şov ve akılda kalmayacak birkaç fotoğraf için Expo 2016’ya; Antalya’ya taşıyanları gördükçe; “İnşallah tutar”ı duyunca, “Belki de haklı” diye düşünmeden edemiyor insan…
Bu yazı Nilay Örnek’in Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde 23 Ocak 2016 tarihinde yayımlanmıştır.