‘Sen benim oğlum muydun?’ dediğinde hançer saplanıyordu göğsüme
Kevser Hanım, modacı oğlu Tanju Babacan’ın onunla birlikte koyduğu fotoğraf ve videolar sayesinde bir Instagram fenomeni… Binlerce seveni, mesaj atanı, onun için dualar edeni var. Ama o Alzeimer. Babacan ile doğallıkla başlayan ‘Alzeimer farkındalık hareketi’ni konuştuk
O her zaman kolayca ‘marjinal’ sıfatını takabileceğimiz modacılardan oldu; sakalı kızıl/kırmızıydı bir kere! Markasının adı da o oldu. Bülent Ersoy başta çok ünlü isimlerle çalıştı, ödüller aldı. Ardından Kuran’ın hayatını değiştirdiğini, eşcinselliğe tövbe ettiğini açıkladı. Muhafazakâr ve ünlü isimlerle de çalıştı…. Ama biz Tanju Babacan’la bunları hiç konuşmadık. Şimdilerde yeni koleksiyonunu yapıyor, otobiyografini yazıyor (eylül-ekim gibi çıkacakmış), o zamana sözleştik, siyasetten, modadan, hayatından o dönem konuşacağız. Şimdi mevzuu her şeyden derin: Alzeimer hastası olan annesi Kevser Hanım.
Her şey Babacan’ın annesiyle yaşadıklarını, sevgisini, kötü ya da esprili anları Instagram hesabından, videolarla paylaşmasıyla başladı. Ardından pek çok ünlü arkadaşı Babacan için videolar çekip kendi hesaplarından ‘Alzeimer’a farkındalık’ videoları yayınladı. O ‘kırmızı sakallı marjinal modacı’ birden “Aaa bu da bizden”, “En hayırlı evlat”, “Kardeş, arkadaş” oluverdi. Ona mesaj atıp “Oğlum bugün bana ‘Anne sen de hasta olursan sakalımı maviye boyatıp ben de sana bakarım’ dedi” diyen de var, her gün dualar gönderen de… Kanal da açıldı yeni, Yakında Tanju-Kevser Babacan ikilisi videolarıyla YouTube fenomeni de olacak gibi görünüyor.
* Anneniniz Kevser hanımda Alzheimer ne zaman başladı?
Ben önce kanserden ablamı kaybettim, annem kızını, ailemiz de bir tanecik Tülin’ini… Ardından bir sene sonra babamı kaybettik ve annem irtifa kaybetmeye başladı.
* İlk hamleniz ne oldu?
Babamı kaydettiğim an Nişantaşı’ndaki ‘showroom’umun karşı dairesini annem için tutmayı düşündüm ama bakıcıya bırakmış hissedecektim. Levent’te bir villaya geçtik. Üç katlı villanın en üst katını anneme ayırdım, ben alt katları showroom ve atölye olarak kullanmaya başladım. Kapımızı da “Biz bir aileyiz” diyerek başladık.
* Çalıştığınız yerde zor olmadı mı?
Bülent Ersoy, zor bir kadındır. Aynı zamanda müşterimdir, o kadar güzel ağırladı ki annemi. Gülben Ergen, elbisesinin fermuarı artık açılıp prova bitmiş olmasına rağmen, annem ona “Gülben, elbiseni görmedim” dediğinde hemen “Kevser teyze beni görmedi” diyerek elbiseyi geri giyecek kadar nazikti. Ancak üçüncü senemizde değişti. Annem müşterime göğüs dekoltesiyle ilgili negatif bir yaklaşımlarda bulunabiliyordu mesela… Bütün müşterilerimle üç provayla dost olduğumuzu düşünün. 28 senedir cemiyetten pek çok değerli insanı girdirdim. Annemin bu halini dostlarım kaldırabilirdi. Ama düğün hazırlığında olan bir hanım, zaten kendi telaşları varken bir de Alzheimerlı bir kadının ataklarına denk gelirse sorun yaşayabiliriz düşüncesiyle Levent showroomumuzu da kapattık.
BEBEK’TEYİZ, ANNEM DE BEBEK
* Şimdi Bebek’tesiniz sanırım…
Sapanca’da havuzlu, dağ ve göl havalı bir ev tuttum şimdi yine İstanbul. Artık evim, atölyem Bebek’te, e annem de bebek; her şeyim Bebek! Ama gördüm ki ufak bir evde motivasyonumuz çok daha yüksek. Ancak 5 kat indirip çıkartmak zor olduğundan sanırım buradan da ayrılmamız gerekecek.
* Baya yer değiştirmişsiniz…
Şöyle bir ahkam söz konusu: “Fazla mekan değişikliği iyi değildir.” Ayol ben kendimi bildim bileli kiracıyım. Ama insanlar benim koşullarımda, Tanju Babacan değiller. Bir modacının arabası yoksa milyon tanesi ayağının altınadır, bir modacının evi yoksa yine milyon tanesi ayağının altındadır, bir modacının elması ya da yakutu yoksa müşterileri onlar için mücevherlerini taşıyorlardır. İmkanım var çare yok. Çaremiz sevgi. Çare muhabbet! Sevgi ve muhabbetten başka bir çözümün olabilme ihtimali şu anda yok.
* Sizin günlük hayatınız nasıl geçiyor? Evde kaç kişi var? Ablanız sizinle mi?
20.30’a kadar çalışıyorum ama ondan sonra anneme birebir vakit ayırmak istediğimden kimseyi almıyorum. Gündüzleri showroom’da herkes bir parti havasında. Ama 20.30’dan sonra evime geçtiğimde hem hemşireyim, hem temizlikçiyim, hem falanım, hem filanım. Hem kalbi çok hançerlenen bir çocuğum, annem o benim… “Sen benim oğlum muydun?” dediği gün kapıyı açıp içeri girmek üzereydim, hemen kameraya bastım, “Anlamadım anne?” dedim. Yine “Sen benim oğlum muydun?” diye sorduğunda hançer saplanıyordu göğsüme.
HERKESİN DERT TEZGAHI AYRI…
* Ben en çok sizin hastalığı şeffaf yaşama şeklinizi, bunu halının altına atmamanızı sevdim. Hastalıkla birlikte yaşama ve bunu gösterme şekliniz pek sık rastladığımız bir durum değil…
Evet, özellikle büyük şirket sahipleri böyle saklıyormuş. Ama biz çok büyük bir dua halkasının içerisindeyiz. Tanımadığınız insanlar, yolda sarılıyor, anlatıyor… En son parkta bir kadın ağlayarak “Ne olur sana sarılayım, 1 sene oldu annemi kaybettim” dediğinde bambaşka bir şey oluyor. Bu insanlar annelerine sevgilerini, hayranlıklarını gösterdikçe benim anneme sevgim kat kat artıyor. Büyük bir aşk yaşıyorum, eğer bu bir yorgunluksa, evet, büyük bir yorgunluk yaşıyorum ama bu sonradan kıymeti çok büyük diye düşünüyorum. İnsanlar “Senin sınavın da ne büyükmüş” diyor ama herkesin dert tezgâhı diğerininkinden ayrı genişlikte.
* Instagram’dan izlediğim kadarıyla başka insanlara cesaret veriyorsunuz?
Aynen öyle, mesela Ayşegül Aldinç’le Yeliz’le hiç konuşmamıştık. Herkesin çıkıp “Benim de annem, babam, anneannem böyle” demesi önemli. Yankılarla kocaman bir aile olduk. Ama bu, bir farkındalık hareketine başlayalım diye de ortaya çıkmadı.
* Nelerle ilgilenmek özellikle sizi şaşırttı?
Annesinin iç çamaşırını görmeden büyümüş bir adamım. Bu edepte büyütüldük. Annemin poposunu ilk silip yıkamak zorunda kaldığım gün, hemen atölyeye gidip, tüm gün ağladım. Ama iki gün sonra, tekrar aynı konu için annemle ilgilenmem gerektiğinde, Allah beni taşıyamayacağı yükle sınamadı. Şimdi gözlerimi aça kapaya, yarım gözle banyolarına da giriyorum. Halüsinasyon görmeye başladı. 10 dakikada bir insan acıkır mı? Evet, acıkıyor! Merhamet gösterip bir şey vermeli miyim, vermeli miyim? “Bir gün yutkunmayı bile unutabilir” dedikleri zaman, gel de evlat olarak bir şey verme! Sonra ufak tefek mide yanmalarıyla uğraşıyoruz.
* Peki bu nereye varacak, Alzheimer Derneği’yle bir şey yapılabilir mi; bu etkileşim nereye gidecek?
Bir çaresi yok, onu kabul etmek lazım. Tek çare ilgi ve sevgi. Alzheimer Derneği ile bir çalıştay yapıp yol haritası çıkartacağız ama nereye varacağını bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var; annenizi yalnız bırakmayın, sevdiğinizi yalnız bırakmayın, köpeğini bile barınaklara bırakan bir millet olmuşuz. Anneme normal davranışımı bile tebrik ediyor. ‘Özelden’ aldığım mesajlar şunu diyor, “Siz sadece Alzheimer’a farkındalık yaratmadınız. Biz seni kırmızı sakallı bir adam olarak kale bile almıyorduk. Hakkını helal et. Artık sayenizde annemizi daha bir başka seviyorum.” Sonuçta aile mevhumunun önemini ortaya çıkartan bir şey oldu bu. Alzheimerlılara bakan hasta bakıcılar bile “Artık hastalarıma daha başka gözle bakıyorum” diye mesaj atıyor. Ama ciddi konulada “Türkiye Alzheimer Derneği ile iletişime geçin” diyorum. Alzheimer derneğindekilere, “Türkiye bütçesinden size ne kadar veriliyor” diye sorduğumuzda, elleriyle ‘0’ işareti yapılması acıklı. Herkes potansiyel Alzheimer riskindeyken sadece kermeslerle para toplanması çok acı. Dernek Başkanı Prof. Dr. Işın Baral Kulaksızoğlu “Tanju bey, ilk defa bir farkındalık hareketimiz bu kadar ses getirdi” diyor. Kapımızı neyin çalacağını bilmiyoruz.
* Alzeimer’a genetik yatkınlık riski dolayısıyla hiç test gibi bir şey yaptırmayı düşündünüz mü?
Ben bunu istemiyorum. Düşünsene bir ömür boyu “Ben Alzheimer olacağım” diye yaşamak! Tek gerçek var; sevmek ve güzel bakım!
- Röportaj 24 Haziran 2016 tarihinde Sözcü Gazetesi’nin Şık ekinde yayımlanmıştır.