‘Kökleri yukarı kaldırdım; çünkü kökler hayattır…’
Önce; klasik ifadeyle haberimiz şu: Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, 44’üncü kişisel sergisi ‘Ayağımdaki Diken’i, Baksı Müzesi’nde açtı. Ancak söz konusu Prof. Dr. Koçan ve Bayburt’un Bayrakdere Köyü’nde kurduğu Baksı Müzesi olunca, her zaman daha fazla haberden, daha derin hislerden ve daha gerçek olgulardan bahsedildiğini bilmek gerekiyor…. Bu haberde sergi hakkında bilgi de bulacaksınız, “Türkiye’de görülmesi gereken yerler’ gibi bir listeniz varsa mutlaka içinde olması gereken Baksı Müzesi’yle ilgili bilgiler de… Yani herkesin bana sorduğu “Nasıl gidilir?” gibi soruların yanıtları da…
NİLAY ÖRNEK
Klasik ifadeyle haberimiz şu: Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, 71’inci yaşına girerken 44’üncü kişisel sergisi ‘Ayağımdaki Diken’i, Bayburt’un Bayrakdere Köyü’ndeki Baksı Müzesi’nde açtı. Elbette Koçan, şu güne, şu yaşına kadar binlerce kişiye dokundu, ilham verdi, pek çok yaratıcı iş yaptı ama bundan sonra ne yaparsa yapsın onun adını ‘Baksı’sız anmak, Baksı’dan bahsetmeden yaptığı diğer işlere geçiş yapmak zor.
Kötü mü? Baksı söz konusu ise asla değil…
Ben de bu nedenle ‘Ayağımdaki Diken’e ve önemine geçmeden, bir kez daha Baksı’ya değinmek isterim.
BAKSI NEDİR, NASIL GİDİLİR, NEREDE KALINIR?
Hâlâ bilmeyen varsa Baksı bir müze (Adının anlamı; Baksı ne demek? http://wp.me/p79ANb-9Y ). Ama 7 senedir, hiçbir şeyin olmadığı bir tepede tüm görkemiyle duruyor olmasına rağmen, hâlâ, baktığınızda ‘orada olması imkânsız’ gibi duran bir müze (Devrim; hemen şimdi olmaz! http://nilayornek.com/devrim-hemen-simdi-olmaz/ ). (Game of Thrones’un daha başında Khaleesi’nin ateşler içinden çıkıp insanların şaşkınlıkla diz çöktüğü sahne var ya, Erzurum Havalimanı’nın ardından geçen 2.5 saat ve birkaç küçük köy dışında doğanın ortasında, o tepede müzeyi gördüğüm an, ona benzer bir şeydi. Şaşkınlık, hayranlık ve yakınında durma isteği.) (Herkes bana soruyor; nasıl gidiliyor merak edenler için şunu yazdım http://wp.me/p79ANb-aa)
GÜNCELLE TARAF TUTMAKTANSA, İNSANIN TARAFINDA OLMAK
Prof. Dr. Koçan, “Uluslararası ajandada herkes tarafından belirlenen bir gündem var. İçinde olmak istemiyoruz ama dışında kalmanın zorluklarını da biliyoruz. Güncel hızla eskiyen bir şey. Güncellik bizi pusuya yatmaya, taraf tutmaya sürüklüyor. Güncele taraf olmak yerine, çağın ve insanın tarafı olmak lazım. Zaten kalan da bu oluyor. Daha derine inmek, günübirlik ön yargıların ötesine geçmek… İnsani anlama çabası yargılama çabasından daha değerli” diyor.
İşte, hem Koçan, hem de Baksı, insanı yargılamadan anlamaya, almadan vermeye çalışıyor.
Koçan’ın sanılabileceğinin aksine, Baksı Müzesi’nde onlarca eseri yok ve ‘Ayağımdaki Diken’, onca yıl içinde burada açtığı ilk sergi.
Hatta belki de, Koçan’ın bu duruşu, müzeyi gizlice gezip Avrupa Parlamenterler Meclisi tarafından verilen 2014 Yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü’ne layık gören jüriyi de etkileyen unsurlardan.
PARAYI ANLAMLA TAKAS ÇAĞINDA…
Sanatçının 71’inci yaşına girerken ‘Ayağımdaki Diken’i Baksı’da açmasının ise dostlarının, müzeyi gezenlerin ısrarlarından daha öte bir anlamı var. Sergi, klasik ifadeyle tam da “70 yıl+son 1 yıl” sergisi…
Koçan bu sergiyle ‘en masum’ döneme, çocukluğa iniyor, göçe karşı duruyor, modernizme de hafiften kafa tutuyor.
“Yeni bir şey koymam lazımdı. 60 yıl önce şurada inek otlatan. 65 yıl önce şu tepede babasını bekleyen Hüsamettin Koçan’a dönmek, beni çocukluğuma götüren geleneksel malzemeyle çağdaş bir dil ortaya koymak istedim. Kalbimi öne çıkararak kendimi ortaya koydum” diyor Koçan.
“Tatmin çağındayız… Parayı, anlamla takas etmek, varoluşsal açlığı doyurmak ön planda… Modernizm bizlere bir yerler gösterip ‘Siz burada yaşayın’ diyor. Ancak evlerinden uzağa düştü insanlar. İnsanlara alan açmaya vaat eden sistem onları bir şekilde tasnif etti… Buralar, modernizm yarattığı hayal kırıklığına karşı da bir tepki…” cümleleri de Koçan’ın…
ŞİMDİDEN ÖDÜLLÜ, KADIN İSTİHDAM MERKEZİ
Zaten Baksı da herkesin gittiği yere bir dönüş projesi. Ama nasıl? Sürdürülebilir şekilde… Ki, asıl bu zor. Bir yerde yemek yapmak, sofra kurmak zorsa Baksı’da bunu yapmak, yaptın mı sürdürmek pek çok yerden daha güç.
İnsanların oraya dönmesi yetmiyor. Orada mutlu olması, orada yaşayabilmesi gerekiyor. İşte şimdi Kadın İstihdam Merkezi gibi projeler de, hep bunu sağlamak için (Oradayken de gördük. Yine bir kadın, yine bir gönüllü; Melkan Gürsel, Tabanlıoğlu Mimarlık adına daha şimdiden ödül alan http://wp.me/p79ANb-SL Kadın İstihdam Merkezi için çalışıyor. Bu arada onlara bu arsayı veren de bir kadın, Hüsame Köklü… Kadın İstihdam Merkezi’ne de onun adı verilecek. Bu arada diyorum ya orada harika bir gönüllülük durumu var. Zaten siz de orada bir oturdunuz mu, “Ben buraya gönüllü olarak ne yapabilirim?” hissiyle kalkıyorsunuz. Birlikte seyahat ettiğimiz İletişim ve Marka DAnışmanlığı şirketi Berlaylafem’in sahibi Berna Sağlam mesela, yine Baksı için gönül verenlerden…)
‘ANILARIN KENDİSİ BİZATİHİ SESSİZDİR’
“Kendimle ilgili sessiz bir şey anlatayım istedim. Çocukluk dönemini vurgulamam da bu yüzden… Sergideki eserlerin ‘Beni beğenin’ derdi yok; daha geri duran, daha kabule yakın, daha gösterişsiz bir sergi. Buradaki her şey benim yaşantımla deneyimlediğim, bugünle yorumladığım bir hayat… Anıların kendisi bizatihi sessizdir. Ama yalın bir ritmi vardır” diyor Koçan.
İletişim büyük güç. Ve doğru iletişimle varlık meşrulaşıyor. İşte Koçan da her zaman bunu iyi başarıyor. Sergide birbirinden çok farklı tarz ve materyal var. Onun anlatımıyla sergiyi gezmek tabii ki büyük bir avantaj. Hatta Koçan’a, Brüksel’de gezdiğim ‘The World of Steve McCurry’ adlı sergiden bahsediyorum. Hani şu ünlü ‘Afgan Kız’ portresini çeken fotoğrafçının 200 fotoğrafından oluşan sergisi… Sergide bir kulaklıktan eğer isterseniz McCurry’nin anlatımı geliyor; o fotoğrafı hangi şartlarda, nasıl çekti, o fotoğrafta kimler var…
Tabii bu uygulamayı, sergiyi izleyenin algısına bırakmak isteyen bir sanatçının yapması çok da olası değil. Koçan da bunu tercih etmiyor. Hatta bana William Faulkner örneği veriyor. “‘Ne yapmak istedin?’ sorusu beni çok kızdırır” dermiş Faulkner, “Ben bir şey yaptım… İzleyicinin hayal gücünü kısıtlamam…”
Ancak, sergiyi gezerken gördüğümüz bir heykelde Koçan’ın “Zanaatin en tepe formu olarak nitelendirdiği bir ‘köpek vengeli’ni yorumlayışını görmek, demircilerden bahsedişini dinlemek… Ya da küçüklüğünde soba başında dizili sandalyelerde, üzerlerine tek bir kilimi sererek yaşadıkları sıcaklığı dinlemek. Tablolardan birindeki ‘Huykesen’ ağacını ya da zamanında köylerinden giden Sona’nın hikâyesini duymak, göğe yükselen delikli yer sofrasındaki kavruk öykülere dokunmak da hoş oluyor. Özellikle de benim gibi hiçbir köy, doğa yaşantısı olmamış kendini bu açıdan şanssız hisseden bir şehirli için…
NİYE AYAĞIMDAKİ DİKEN?
Sergiye ve bana anlattıklarına bakınca ‘Ayağımdaki Diken’ ismi kafamda uyuşmuyor; daha olumsuz bir şey sanki…
Prof. Dr. Hüsamettin Koçan’a soruyorum.
11 yaşında Koçan… Bayburt’ta. Ayağının köprü kısmına bir iğde dikeni batıyor, o da onu çıkarıyor. Daha doğrusu çıkardığını sanıyor. Bir gün Bayburt merkeze gitmek için bineceği aracı kaçırıyor, sınavı da var, koşmaya başlıyor… Ama ne koşmak… Sıcakta burnu kanıyor, ayağı acıyor. Bir çeşmede durup ayağında acıyan yere bastırdığında dikeni çıkartıyor. Ve 4 ay boyunca dikenin vücuduyla uzlaşmasına şaşırıyor, bunu ilginç buluyor. Sergi için tüm referansları hayatından alan Koçan, serginin ismini de bu olayı hatırlayarak seçiyor.
Bu arada sergide benim en çok etkilendiğim işlerden biri kökü yukarda, gölgeleriyle çoğalan ağaçlar… “Kökleri yukarı kaldırdım; kökler hayat çünkü…” diyor Koçan…
Zaten baştan beri yaptığı şey bu. Alışılmışı ters yüz etmek, köklere dönüp onu görmek ve göstermek, o kökleri havayla karşılaştırmak….
Temmuz 2017, Bayburt
****Diğer ilgili haberler
Baksı’ya nasıl gidilir, nerede kalınır? http://wp.me/p79ANb-aa
Deniz Berdan’dan Özlem Süer’e Baksı’da ne yapıyorlar http://wp.me/p79ANb-a1
Fikret Otyam’ın flamingosu http://wp.me/p79ANb-a4
Yüzünü döken küçük kız kim? http://wp.me/p79ANb-a7
Bayburt’ta yenilebilecek 2 leziz şey http://wp.me/p79ANb-ad
Bir ressam olarak Erkan Oğur http://wp.me/p79ANb-ah
Atilla Taş’ın Baksı’ya etkisi http://wp.me/p79ANb-9K