Ekranlı hayata, ekranlı sanat!
Çağdaş müzelere kalıcı olarak girmeye başlayan işler ya da sanat galerilerinde sıkça gördüğümüz çalışmaların yanı sıra şu sıralar İstanbul’daki üç büyük sergi de dijital sanat temelli. Biz de bu gelişmeden yola çıktık, uzmanlara sorduk, dijital sanatın Türkiye’deki ivmesini masaya yatırdık. Sonuç, güncel teknolojik hayat örgümüzün bunu gerekli kıldığı yönünde….
Tüm dünyada ‘yeni medya’ kalıbıyla tarif edilen işlerin, dijital sanatın hızlı bir ivmeyle yükseldiği, her geçen gün biraz daha fazla yer ve değer bulduğu ortada.
Çağdaş müzelere kalıcı olarak girmeye başlayan işlerin ya da sanat galerilerinde sıkça gördüğümüz çalışmaların yanı sıra şu sıralar İstanbul’daki üç büyük sergi de dijital sanat temelli.
Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki ‘Digital Revolution’ (Dijital Devrim) bir tür sanatsal, teknolojik lunapark gibi… Kah kanat takıp uçuyor, kah kozasından çıkan kelebekler aracılığıyla dileğinizi uzaya gönderiyor, kah teknolojik bir hayvanı seviyor ya da sanal bir müzik aletiyle yaratılan muhteşem müziği dinliyorsunuz.
Beşiktaş’taki Deniz Müzesi’ndeki ‘Pitoreks İstanbul’ adlı sergi ise 200 yıl öncesinin İstanbul’una dijital bir seyahat vaat ediyor. İstanbul’un bugün varolmayan yapıları, gündelik hayatı, bu ressamların tanıklıklarıyla ilginç bir tecrübe yaşatıyor sanatseverlere.
5 metre yükseklik ve 60 metre eninde dev perdelerdekilerle birlikte Ayvazovski, Melling, Lewis, Bartlett, Allom ve Schranz’ın orijinal eserlerinin sergileniyor olmasıyla yeni ve eski medya bir arada deneyimleniyor.
Teknoloji temelli işlere ilk ilgi duyan kurumlardan Borusan Contemporary’deki ‘teamLab: Sanat ile Fiziksel Mekanın Arasında’ adlı sergi ise bir tür ‘digital sanata giriş 101’ dersi gibi. Kimi zaman kendinizi bir çiçek bahçesinde, kimi zaman da Japon tablolarından çıkma dalgaların arasında yüzerken buluyorsunuz…
İNTERAKTİF İLETİŞİM MÜMKÜN OLUNCA…
Büyük ışık oyunları ve ses içeren işler her zaman ilgi çekiyor. Farklı duyuları aynı anda harekete geçirdiğinden çok etkili oluyor. Dijital ortam sayesinde interaktif işlerin de üretilebilmesi etkiliyor. Önüne geçtiğinizde size tepki veren, hareketlerinizle canlanan işler var. Bu, üretilen sanat eseri ile aranızda sadece duygusal değil, fiziksel bir diyalog oluşmasını sağlıyor.
Biz de bu ‘yükselişle’ konuya ilgiyle yaklaştık, digital sanatın yükselişini masaya yatırdık, uzmanlarına sorduk.
‘YENİ MEDYA’ HEMEN ESKİYORSA…
Borusan Contemporary Müze Müdürü Yağız Zaimoğlu, “‘Yeni medya’, sanat tarihçileri, koleksiyonerler, galeriler ve hatta müzeler gibi sanat tanımlama, dönemlere ayırma, kategorize etme ihtiyacı duyan biz profesyoneller için çok kullanışlı bir kavram” diyor.
Ve şöyle devam ediyor, “Yeni medya sanatı birçok farklı sanat yöntemini içinde barındıran ve bu yöntemleri kullanarak oluşturulan güncel bir sanat türü. Dijital medya, ses sanatı, bilgisayar grafikleri, sanal sanat, internet sanatı, robotbilimi, video, interaktif sanat, yeni medya teknolojileri, bilgisayar animasyonları gibi yöntemler kullanılarak kendisini eski görsel sanatlardan ayırıyor. Yeni medya sanatının doğuşu 19. yüzyılın sonlarında ortaya çıkan hareketli fotoğraf buluşlarına dayandırılıyor. 1920-1950 yılları arasında kinetik ışık sanatının farklı biçimleri, Thomas Wilfred’nın ‘Lumia’ adlı işi (1919) veya Jean Tinguely’nin ‘Homage to New York’ (1960) isimli işi yeni medya sanatının öncüleri olarak gösteriliyor.
Ama masanın öbür tarafından bir sanatçının gözünden bakınca o kadar da iyi tanımlanmış içi dolu bir kavram olmadığı kanaatindeyim. Sanatçı kendini ‘yeni medya sanatıyla’ ifade etmek için yola çıkmıyor çünkü… Günümüz sanatçıları da onları çevreleyen dijital dünya ile ifade ediyorlar kendilerini.”
Genelde ‘yeni medya’ demekten çekiniyor pek çok uzman, çünkü pek çok kişi ‘yeni medya’ teriminin tek başına bütün olan biteni karşılamadığı görüşünde… Terim, olguyu karşılamaktan ziyade günü kucaklamıyor.
‘Yeni’ dediğiniz anda eskiyor o ‘yeni’.
DİJİTAL SANAT NİYE YÜKSELİŞTE?
Bu soruyu sorduğum hemen herkesin ortak görüşü teknolojiyle örülü, dijitalle sarılı günümüz yaşam şartlarında bunun kaçınılmaz olduğu.
Zorlu PSM Genel Müdürü Murat Abbas “Dijitalleşme hayatımızın bir parçası… Kullandığımız bütün cihazların, dijital altyapılı olması sebebiyle, ister istemez sanatçılar daha ulaşılabilir mecralarla çalışmaya organik olarak yaklaşıyor. Algoritmik veya dijital mecraların daha az maliyetler gerektirmesi de bir etken olabilir tabii…” diyor.
İstanbul Modern’deki ilk dijital eseri 10 yıl önce Nikos Navridis’in çalışmasıyla sergilediklediklerini ifade eden müzenin direktörü Levent Çalıkoğlu’nun yorumuysa şu: “Güncel bir ifade alanı çünkü. Kullandığımız pek çok şey artık ya dijital ya da teknoloji kaynaklı. Bilgisayarınızın başında dilediğiniz bilgiyi sanatsal bir forma dönüştürebilirsiniz. Koleksiyoner açısından da durum benzer bir yönelim içinde. Bu kadar güncel bir malzemenin sanat olma hali, koleksiyonerin hayat tecrübesiyle de çok uyumlu ve eşzamanlı bir yönelim.”
SINIR TANIMAMASI ÇOK ETKİLİ
Mamut Art Project’in kurucusu Seren Kohen’e http://wp.me/p79ANb-engöre dijital sanat, hem sanatçının, hem de sanatın sınırlarını genişletme kapasitesiyle de kendini vazgeçilmez kılmayı başarıyor.
“Sanatçılar her zaman kendilerini ifade edecek yeni alanlar arıyorlar. Dijital ortam da bunlardan biri oldu ve bazı sınırları genişletebildiğinden, olmaya da devam edecek gibi görünüyor. Dijital işlerin, bir bilgisayar beyniyle çalıştığı düşünülürse, insan yeteneklerine sınırlı kalmıyor olması da önemli bir nokta. Kendi kendimize yapamayacağımız birçok ifade şeklini teknoloji sayesinde elde edebiliyoruz. Fotoğrafçılık için, dijital fotoğrafçılığın çekimle editleme kısmında çok daha masrafsız ve hızlı olduğunu da unutmamak lazım” diyor kendisi de fotoğrafçılık okumuş olan Kohen.
Borusan Contemporary’nin Müze Müdürü Yağız Zaimoğlu ise dijitalin bu sınır tanımaz hali için “İmkansız kabul etmeyen şaşırtıcı, retinal baş döndürücü bir burlesque gösteri” ifadesini kullanıyor.
sanatatak.com’un http://sanatatak.com/ yayın yönetmeni Ayşegül Sönmez’e göre de durum kısa ve net: “Bu kadar bol ekranla dolaştığımız şu günlerde bu kaçınılmaz; çünkü hayatımız öyle… Ekranlı hayata, ekranlı sanat….”
POPÜLER ALANA GİRİŞ
Ayşegül Sönmez’e göre günün teknolojisini kullanan bir sanatçı kendini popüler kılmada, izleyiciye ulaşmada daha sorunsuz bir başlangıç yapıyor. Sıkıntı koleksiyona layık görülmede olabiliyor ki o da değişecek gibi görünüyor. Dijital işler yapanların bunu anlatma ve gösterme sorunları kimi zaman bir heykel yapandan daha kolay olabiliyor. Çünkü ne de olsa bir yerde bir ekran bulunuyor.
Ama bu işin boyutuna ve içeriğine göre de değişiyor. Ses veya çok fazla ışık oyunları olan işlerin de ev veya ofis ortamlarında sürekli asılı olması kolay değil.
DAHA ÇOK KURUMLAR ALIYOR
Dijital sanat eserlerini Türkiye’de kimlerin aldığı sorusu çoğu zaman “Koleksiyonerlerimizi rahatsız etmeyelim” türü cümlelerle havada kalsa da, kimse Borusan’ın ‘yeni medya’ işleriyle yakından ilgilendiğini söylemeden geçmiyor.
Bu konuda da Seren Kohen’in tespiti öne çıkıyor: “Koleksiyoner alımında bir artış olacağını düşünüyorum. Evin duvarlarında yer olmayan biri bir iş sergileyeceğine, bir ekrandan art arda bir kaç iş sergileyebiliyor. Bu ve bu gibi durumlar da alımı ileride arttırabilir. İleride ev içinde de dijital tablolar ve sergilemeler artacak. Ancak bugün için dijital sanatın koleksiyonerler yerine daha çok kurumlar tarafından alındığını gözlemledim.”
“Teknolojik alt yapılı işlerde Türkiye’de bir eksper var mı?” sorusuna hemen hemen herkesin yanıtı “Modern dönem için Türkiye’de kaç sanat eksperi var ki?” ya da “Eksperi olacak kadar fazla üretim yok” cümleleri etrafında dönüyor. Yine de Borusan koleksiyonunun danışmanı Kathleen Forde’nin adı da geçmiyor değil.
MONA LISA’YI ‘GÜNCELLEMEDİK’ AMA!
Bir Mona Lisa’yı sürekli gelişen tekniklere göre yeniden ve yeniden yapmadı sanatçısı… Ama nasıl ki her yeni nesil cep telefonu bir öncekini ‘eskitiyorsa’ dijital veri tabanını kullanan pek çok çalışmada da aynı handikap mevcut.
“Yeni medya işlerde işin uzun süre dayanıklı olmasında sorunlar yaşanabiliyor. Sanatçı, işi verirken bir de kurulum ve bakım için bilgilendirme yapmak, bir hata olduğu taktirde bizzat ilgilenmek ve gidermekle sorumlu tutulabiliyor” diyor Seren Kohen.
“Dijital olanın gelecekte nasıl sergileneceği bir problem. Bugünkü teknoloji gelecekte işlevini sürdürecek mi yoksa başka bir dijital alt yapı gerekecek mi bu bilinmiyor. Muhtemelen gelişen bilgisayar teknolojisini düşündüğümüzde bugünkü teknolojinin imkanlarıyla var olan çalışmaları sürekli güncellemek ve yeni teknolojilere aktarmak gerekecek” diyor Levent Çalıkoğlu da bu konuda.
TEKNOLOJİYLEYSE KOY SEPETE!
Bir koleksiyon ya da sergi oluşturan hemen herkesin ortak görüşü dijital olana bir pozitif ayrımcılığın söz konusu olmayacağı görüşüne.
Çalıkoğlu, “Konseptüel olarak hangi malzemenin diğer yapıtlarla işbirliği oluşturacağına düşünsel olarak yaklaşmak gerek. Sadece dijitali kullanıyor diye bir yapıt diğerlerinden ne güncel ne de yenilikçi olamaz” diyor.
Avrupa’nın en değerli sanat merkezlerinden biri olan Barbican Centre’ın bir yaratımı olan Digital Revolution’u Zorlu PSM’de sergileyen Abbas ise ilk uzun soluklu sergilerini dijital sanatla yapmaktan memnun. “Daha çok güncel olan mecraları ön plana çıkaran işlere odaklanmaya çalıştığımızı söyleyebilirim. Bizden binamızın teknik altyapısına paralel giden performatif, müzik sanatları odaklı, içlerinde yoğun araştırma, geliştirme unsurları bulunduran dijital işler bekleyebilirsiniz” diyor.
Çünkü kim ne derse desin ‘dijital sanat’ daha modern ve güncel bir izlenim de verebiliyor. Hâlâ kimi ‘klasikçiler’, dijital sanata şüpheyle bakarken, bazı oyuncaklı halleri, avantajlı yapısıyla ‘nur topu gibi’ yeni sanatsal oluşum şeklinin geniş kitlelere hitap etmeye başladığı da aşikar.
- Bu yazı Nilay Örnek tarafından Tempo Dergisi’nin Mayıs ayı sayısı için hazırlanmıştır.
One thought on “Ekranlı hayata, ekranlı sanat!”
Comments are closed.