Deniztopu

ALAN SEÇ OKU, Hayata Dair, İlişkiler, Zamansız yazılar

Mümkün olsa dünyanın her yerine metro ile gidebilirdi.
İstanbul’da bile olsa metro ona 30 saniyelik aralıklarla New York’un, Londra’nın havasını hissettirir, tatlı tatlı oraları özletirdi.
Gözü, yanındaki genç kadının gazetesindeki grafiğe takıldı. “Trafikte savaşıyoruz” başlığı altında Emniyet Genel Müdürlüğünün istatistikleri sıralanıyordu.
Son 10 yılda 80 bini aşkın kişi, trafik kazalarında hayatını kaybetmişti.
İçi acıdı…
Yoksa ‘o’ da bir istatistik, bir rakam mı olmuştu? Trafik kazası kurbanlarından biri… Hızla önündeki demir çubuğa asılarak kendini kaldırdı, indi.
Eve girmeyeli neredeyse bir yıl olmuştu… En zoru da buydu sanki…


Evi kaplayan dokunulmamışlığın kokusu ile sessizlik onu rahatlattı… Böylesi daha iyiydi, o varken ev o kadar canlıydı ki, evi ele geçiren ruhsuzluk evi daha katlanılır yapabilirdi…
Oysa onu kaybettikten
sonraki ilk günler öyle miydi?
Mutfaktaki bardağa mı dokundu; hemen o aklına geliyordu… Dünyada kaç kişi fincanına isim koyardı ki?
Kanepeye mi oturdu; diken üstünde oturmayı yeğlerdi…
O kanepedeki gülüşler, öpüşler… Kanepeye uzanışını hatırlıyordu ve sevdiği kadının televizyonun düğmesine basıp heyecanla kendine ayrılan boşluğa, kollarına yerleşişi aklına geliyordu… Böyle yüzlerce film izlemiş olmalıydılar…
Onun saçlarını koklayarak, elini tutarak, ensesine minik öpücükler kondurarak.
Perdeyi takarken düşüşü aklına geldi; önce ağlayıp sonra gülmekten yere yatışı…


Bunları kafasından atmak için dev kitaplıktan bir kitap aldı… Ancak giriş sayfasının köşesindeki o minicik, mini minnacık not kıvılcımı yakmaya yetti: ‘SS’…
Kitabı, minik bir toz bulutu çıkaracak hızla kapadı, gözünden bir parça yaş aktı.


Yapamıyordu, ortak bir arkadaşlarını çağırmalıydı ya da akrabalardan birini…
Hatta bunun için profesyonel birini bile tutabilirdi. Sonra kendisinden utandı.
O demez miydi “Her eşyada bir yaşanmışlık vardır” diye?
Bu yüzden de her gittiği yerden bir şeyler alır, anılarını o aldıklarına yükler, onları her kullanışında hikâyeler anlatırdı.


Yeniden girdi eve… Hem de en zorundan başlamak üzere. Yatak odasına girdi…
Gardırobunu açtı, ilk gözüne çarpan o kırmızı-beyaz kareli pantolon oldu…
Onu aldıkları günü hatırladı… Kadınların içinde, kabinin önünde onu beklerken nasıl daraldığını… Sonra da onu o pantolonun içinde hatırladı… Nasıl da güzeldi, ne kadar da güleç… Hastalandığında bile ne kadar hayat doluydu. Zaten onu ondan koparan hastalık değil, bir sarhoş sürücüydü. Kızdı…
Sonra duvarda asılı duran, kendi kendilerine çektikleri fotoğrafa baktı…
Sonra her şeyi kutulara doldurmaya başladı. Ve üstlerine yazdı ‘SS’…


Ertesi gün kapı ziliyle uyandığında koltukta harap haldeydi… Önce mobilya için geldi birileri. Ardından bir grup küçük kız, giysileri almaya… Onlar sevdiğinin istediği gibi ‘ihtiyacı olan, değerini bilecek birilerine gitmeliydi’. Her şey gitti…
Gün biterken içeri baktı, camlardaki ‘Satılık’ ilanından başka bir şey kalmamıştı. Kolunun altınaysa tüm o görüntüye tezat, rengarenk bir deniz topu vardı…
Top onunla kalacaktı; çünkü hâlâ içinde onun nefesi vardı…

  • 9 Temmuz 2009 tarihinde, Nilay Örnek’in Habertürk gazetesindeki köşesinde “Sevdiğinin bir istatistik olması“ başlığı ile yayınlanmıştır.

  • Görsel, illustrasyon; Mikyung Lee

Bir yanıt yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.