Bir edebiyat arkeoloğundan Nâzım Hikmet’in Yolculuğu
İş Sanat Kibele Galerisi, mayıs ve haziran ayları boyunca izleyicilerini, hemen hemen hepsi ilk kez sergilenecek pek çok imzalı kitap, mektup, eşya, resim ve fotoğraflar eşliğinde Nâzım Hikmet’le bir yolculuğa çıkarıyor. Sergi öncesinde, yine mayıs başında çıkacak ve sergiyle aynı ismi taşıyacak “Nâzım Hikmet’in Yolculuğu” adlı kitabın yazarı, serginin küratörü Prof. Dr. Haluk Oral ile bir araya geldik… Hem sergiden, hem de ünlü şairden konuştuk… İşte Toplumsal Tarih Dergisi Mayıs sayısında yayımlanan röportaj…
NİLAY ÖRNEK
Nâzım Hikmet’e geleceğiz ancak öncesinde biraz iddialı bir sergi ve kitapla karşımıza gelen Haluk Oral’dan söz açalım. Prof. Dr. Haluk Oral, Boğaziçi Üniversitesi’nde 20 yıl ders vermiş, bölüm başkanlığı da yapmış bir matematikçi, edebiyat tutkunu ve Türkiye’nin en önemli imza koleksiyonerlerinden biri.
O, 30 yılı aşkın süredir, sadece Türk edebiyatının önemli şair ve yazarlarının imzalı kitap, resim, fotoğraf ya da mektuplarını biriktirmiyor, aynı zamanda o imzaların peşinden gidip tarihe ışık tutan gerçek hikâyelerini yazıyor. Bu nedenle de, Doğan Hızlan’ın ‘edebiyat arkeoloğu’ tabiri ona pek yakışıyor. Oral’ın bu ‘imzalı kitap’ tutkusunun nedeni ise aslında bugünkü konumuzla bağdaşıyor; çünkü her şey “Benim bugünkü ben olmamda büyük rolü var” dediği Nâzım Hikmet’le başlıyor.
Prof. Dr. Oral’ın, ilk Nâzım Hikmet kitabı görüşü, o dönem yasaklı olduğu için 16-17 yaşlarına denk geliyor; onun lise yılları. 1984’te Kanada’dayken Nâzım Hikmet’in Antalyalı bir Rum arkadaşıyla karşılaşıyor Haluk Oral. Şairin imzalı kitabını, “Bunun kıymetini burada kimse bilmez” diyerek kendisine hediye etmesine çok seviniyor ve ardından Türkiye’ye dönünce de imzalı kitapların peşine düşüp onları toplamaya başlıyor. Sonrası şiirle, imzalı kitaplarla ve tabii ki, Nâzım Hikmet ile geçen bir hayat.
Haluk Oral’ın, İş Sanat Kibele Galerisi’nde açılan sergi ile aynı adı taşıyan ve hazırlanışı yıllar süren kitabı da bu ay İş Kültür Yayınları’ndan çıkıyor: Nâzım Hikmet’in Yolculuğu.
Kitapta da, sergide de bugüne kadar bilmediğiniz, görmediğiniz pek çok yeni bilgi ve belgeyle karşılaşacağımızı garanti ediyor Oral. Çünkü bir edebiyat tutkunu olmasının yanı sıra o bir matematikçi ve daha önce kanıtlanmış teoremler yerine her daim ‘yenilerin’ peşine düşüyor.
Sergi, 2 Mayıs – 22 Haziran 2019 tarihleri arasında. Küratörlüğü Haluk Oral yapmış, koleksiyonları o bir araya getirmiş ancak, serginin tasarımı Emre Senan’a ait. Senan’ın bir öğrencisi Eda Çağıl Çağlarırmak’ın hazırladığı çizimler de sergide Nâzım Hikmet’in yolculuğunu daha kolay izlememizi sağlıyor. Hatta öyle ki, o çizimlerle ayrı bir kitap olması gerektiğini düşünüyorum.
Prof. Dr. Haluk Oral ile dev kütüphaneler ve tahminimce binlerce kitabın olduğu, kimi tavladan kazandığı önemli sanatçıların yağlı boya tablolarıyla bezeli evinde buluştuk; kedisi Edibe’nin eşliğinde çokça sergiden, az biraz kitaptan, yetmese de iyi gelecek kadar Nâzım Hikmet’ten konuştuk… Buyrunuz…
- Serginin küratörlüğü yaparken kitapla paralel mi gittiniz? Nâzım Hikmet’in hangi dönemini ön plana çıkardınız?
Aşağı yukarı kitapla paralel gitti diyebiliriz. Kitap, Nâzım Hikmet’in doğumundan çok daha önceki bir dönemden, 1840’lı yıllardan, ailesiyle başlıyor. Sonrasında da Nazım Hikmet’in yurtdışına gidene kadar yani 1951’e kadarki dönemi ağırlıklı. Yurtdışına gittikten sonraki döneme ait sadece bir iki olaydan bahsediyorum. Kitabın ve serginin ismi bizim yapmak istediğimizle çok uyumlu. Nazım Hikmet’in Yolculuğu… Hem gerçek anlamda, hem diğer anlamda bir yolculuk.
- Niye Rusya dönemine kadar olan yılları ele alıyorsunuz?
Hem kitap, hem de sergide 1951’den sonraki hayatıyla ilgili çok fazla bir şey yok. Çünkü o konuları o kadar iyi bilmiyorum açıkçası. Nâzım Hikmet’in Rusya’daki yaşamını, orada olanları araştıran, yazan insanların bence Rusça da bilmesi gerekiyor. Bu konuda Melih Güneş ve Mehmet Perinçek çok güzel yazılar yazıyor, kitaplar hazırlıyorlar… İşin o kısmını onlara bıraktım; ben de onlardan öğreniyorum. Benimki daha çok yurtdışına gidene kadar Türkiye’de yarattıkları, yazdıkları, yaşadıklarıyla ilgili.
- Ailesinin, Nâzım Hikmet’in üzerinde ne kadar etkili olduğu çok ele alınan bir konu değil gibi. Soyağacını görebiliriz, önemli olduklarını kavrayabiliriz ama şairin hayatına, kişiliğine etkilerini çok da bilmiyoruz sanki…
Evet, evet çok haklısın. Bence ailesinin Nâzım Hikmet gibi bir insanın çıkmasında çok büyük önemi var. Çok farklı yerlerden insanlar bir araya geliyorlar. Bu durum, bu insanlar öncelikle Nâzım Hikmet’in annesini etkiliyor, öte yandan babası başka bir yerden, başka bir şekilde geliyor. Kendisiyle ilgili röportajlarda da daha çok annesinden etkilendiğini söyler. “Annem Lamartin okurdu evde”, “Dedem Mevlevi şairdi” der. Daha 12-13 yaşında yazdığı ilk şiirler var elimizde, dedesi gibi yazmaya çalışır. Hem şiirin şeklinden, hem konularından etkilenir. 1902 doğumlu düşün Nâzım Hikmet, Birinci Dünya Savaşı’na giriyoruz, 12-13 yaşında bol bol kahramanlık şiirleri yazıyor. 1915’te dayısı Çanakkale Savaşı’nda şehit oluyor. Dayısıyla ilgili yazdığı şiirler var. İlk şiirleri milliyetçi duygularla, daha çok hece ölçüsüyle yazılmış şiirler. Serbest vezin diye bir şey yok zaten. Rusya’ya gittikten sonra serbest vezin ile yazmaya başlıyor. Ama ondan evvel Bahriye Mektebi’ne girişi var. Oradan sağlık nedenleriyle ayrıldıktan sonra Kurtuluş Savaşı’na katılmak için Anadolu’ya gidiyor ve 19 yaşında kabul ediliyor. Cepheye çok gitmek istemesine rağmen Bolu’da öğretmenlik görevi veriliyor.
- Bol okumalı bir sergi mi? Kaç parça; neler var sergide?
Sergide neyin ne olduğu belli olsun diye metinler koyduk tabii… Ama ben mümkün olduğu kadar orijinal belgeleri koymaya dikkat ettim. Mektup eski harflerle yazılmışsa ve bendeyse oraya koyduk orijinal haliyle, yayına yeni harflerle yazılmış halini ekledik. Nazım Hikmet’in birinci baskı kitapları var; çoğu imzalı… Bol bol Nazım Hikmet’in yazdığı mektuplar var, kendi el yazısından şiirler var, babasının kız kardeşine yazdığı ya da Nazım’ın annesine, annesinin Nazım’a yazdığı mektuplar var, fotoğraflar var. Piraye Koleksiyonu’ndan çok parça var; Nazım Hikmet’in hapishanede yaptığı tablolar, kutular; annesinin resimlerinden de var. En önemlisi Nazım Hikmet’in oğlunun yaptığı bir tablo var; oğlu da bence iyi bir ressam, onun yaptığı bu tablo ilk defa sergilenecek… Kaç parça saymadık ama bin kadar sanırım.
- Sergideki her şey kitapta da var mı? Ya da tam tersi?
Kitaptaki her şey sergide yok. Sergideki bazı şeyler de kitapta yok. Mesela Galina’nın bavulu sergide var, kitapta yok. Kitap da görselli ve renkli olmasına karşın, Nâzım Hikmet’in yolculuğu kitaptan toplanarak oluşturulsa da sergide görsel olarak izlemek belki daha kolay olacak. Kitapta 300 küsur sayfaya dağılmış olacak, sergide daha kolay izlenebilir.
- “İlk defa sergilenecek” dediğiniz neler var?
Benim bildiğim kadarıyla hemen hemen hepsi ilk defa sergileniyor. Nazım Hikmet’in yaptığı tablolar daha Yapı Kredi’de açılan evvel açılan Nazım Portreleri sergisinde sergilendi. Ama benim koleksiyonumdaki parçalar ilk defa sergileniyor, Gündüz Vassaf’ın verdikleri ilk defa sergileniyor. Gelenlerin “Bunları daha önce gördük” dediği bir durum olmayacak, eminim.
* Neler verdi Gündüz Bey?
Gündüz Vassaf, Mehmet Hikmet’in çok, çok iyi arkadaşı. Mehmet Hikmet, arkadaşlarının tablosunu yapmış; biri de Gündüz Vassaf… Gündüz Vassaf da o tabloyu sergilenmek üzere bize verdi. Bavul pek kıymetli. Gündüz Vassaf’ın Galina’nın evinden aldığı bavul. Gidip ta oralardan almış. O bavulun içinde ilginç belgeler var Nazım Hikmet ile ilgili…
- Bavulu Gündüz Bey’den aldığınızda o belgeler içinde miydi?
Evet evet. Hatta Gündüz Vassaf hiç açmamıştı bavulu. Hikâyesini anlatmayayım; o biraz daha Gündüz Vassaf’a ait. Açtım, içinden çıkan belgelerden birini de kitaba koydum. Bavul ve içindekiler de sergilenecek.
* Sergi, hangi koleksiyonlardan parçalar içeriyor?
Benim koleksiyonum dışında, Güllü Aybar, Gündüz Vassaf, Yeşim Bilge ve Kenan Bengü’de bulunan Piraye Koleksiyonu’ndan var, Osmantan Erkır’dan var…
- Bu sergide, dolayısıyla kitapta ‘Yeni ortaya çıktı’ diyeceğimiz ne ya da neler olacak?
Beni en etkileyeni anlatayım… Müşir Mehmet Âli Paşa, Nâzım Hikmet’in Almanya’dan gelen büyük dedesi. Anneannesinin babası. Hügeno (Huguenot) ailesine mensup, onlar da dini baskılar nedeniyle Fransa’dan göçüp Almanya’ya yerleşen bir topluluk. Küçük bir çocukken yetiştirme yurdundan kaçıyor ve gemide çalışmaya başlıyor. Sonrası rivayet muhtelif; gemiden atlayıp yüzerek Kız Kulesi’ne çıktığına ya da Âli Paşa’nın bahçesine çıktığına, hatta Âli Paşa’nın onu Almanya’da görüp evlat edindiğine dair bazı kaynaklar var. Sonuçta Osmanlı topraklarına geliyor, Müslüman oluyor, askeri okula gidiyor, müşirliğe yani mareşalliğe kadar yükseliyor. Fransızca ve Almancası çok iyi. 1878’de Berlin Kongresi’ne Müşir Mehmet Âli Paşa da gidiyor. Oradaki birkaç kişinin anılarında da geçiyor, orada Müşir Mehmet Âli Paşa yazdığı şiirleri de okuyor. O şiirlerden biri “Eriha’nın Gülü”. Hiçbir Türkçe kaynakta bu şiiri okuduğu yazmaz mesela… Kitapta hem paşayı, hem şair yönünü, hem de bu şiiri ve Nâzım Hikmet bağlantısını uzun uzun yazdım.
- Şimdi heyecanlı yerini hızla geçtiniz ama kitabı yazım aşamanızda Müşir Mehmet Âli Paşa’nın Eriha’nın Gülü şiirini buluşunuzu, Nâzım Hikmet’in yayımlanan ilk şiiriyle arasındaki benzerliği fark edip baya baya etkilendiğinizi, bu şiirden yapılan bir besteyi bulup bunu bir piyaniste seslendirttiğinizi hatırlıyorum. Açıkçası burada uzun uzun anlatması zor olabilir ama gerçekten etkileyici bir tesadüf… Nâzım Hikmet’in hiç tanımadığı büyük dedesinin, muhtemelen hiç bilmediği bir şiiriyle ortak temalarla bir şiir yazması… Hem de bunun ilk yayımlanan şiiri olması. Ben de pek etkilenmiştim.
Tabii tabii… Bu şiirle bir metafor yapıyor Müşir Mehmet Âli. Öldüğü zaman onun mezarının toprağına gelecek sevgilisiyle tekrar canlanmayı anlatıyor. Eriha’nın Gülü yeniden dirilişi temsil eden bir bitki. Bitki yıllarca susuz kalabiliyor, ilk su bulduğunda tekrar açılıp canlanıyor. Paşa’nın “Sarmaşık örülü koyu serviler / Yükselirse göğe mezarımdan” dizeleriyle başlıyor şiiri… 42 yıl sonra Nâzım Hikmet’in yayımlanan ilk şiiri de büyük dedesinin dibine düşüyor; “Hâlâ servilerde ağlıyorlar mı? / Bir inilti duydum serviliklerde…” dizeleriyle başlıyor.
- Nâzım Hikmet’in bu şiiri bilmediği, okumadığını düşünmemiz neden?
Aile, Paşa’nın şiir yazdığını söylüyor. Fakat aileden hiç kimse bu şiirden bahsetmiyor, bu şiiri bilmiyor. Hiçbir yerde de yazılı değil.
- Siz nasıl buldunuz bu şiiri?
Bir Alman sitesi vardı. Magdeburg ile ilgili… Bir Alman Paşa’nın Magdeburg’u tekrar ziyarete geldiğini anlatıyor. Onun da kaynağı Berlin Kongresi’ne katılanlandan biri. O kişi Müşir Mehmet Âli Paşa’dan bahsediyor ve Eriha’nın Gülü adlı bir şiir okuduğunu anlatıyor. Hatta daha ilginci; 1878’de Berlin Kongresi’nden birkaç ay sonra şehit oluyor, Arnavutluk’ta başı kesiliyor. Yeni Zelanda’da bir gazete bu haberi verirken şiiri adıyla yazıyor. Müşir Mehmet Âli Paşa’dan bahseden Alman sitesinde hangi gazetede yayımlandığı yazıyordu. Benim de Almanya’da yaşayan bir yeğenim var. O da kütüphanenin arşivinden o günün gazetesini ve şiiri buldu. Fotoğraf, yani şiir, hem sergide, hem kitapta olacak. Ben Nâzım Hikmet’in bu şiirini zaten ezbere biliyordum. Servi kelimesini görmek bile yetti. Müşir Mehmet Âli Paşa’nın son, Nâzım Hikmet’in ilk yayımlanan şiiri… İkisi de bir mezarlıkta serviler arasında.
* Sevdiğiniz çok şair olduğundan eminim; Nâzım Hikmet sizin için neden ayrı?
Tabii, sevdiğinim çok şair var fakat Nâzım Hikmet Türk şiirine -hatta Türkçe’ye diyelim- çok büyük katkıları olmuş biri. Onun 1920’lerde yazdığı bir şiiri bile okurken -keza düzyazılarını da öyle- sözlüğe ihtiyaç duymazsınız. Bir Abdülhak Hamit şiiri ile Nazım Hikmet’i bir araya koyalım ya da onun dünyaya geldiği yıllarda doğan şairlerin eserlerini farklıdır. En temiz Türkçe’yi kullanan Nâzım Hikmet.
- Siz bu özelliğini neye bağlıyorsunuz?
Şiirinin çok farklı kaynaklardan beslenmesine bağlıyorum, sosyalizm ile tanıştıktan sonra halkla bütünleşmesine, halkın dilini konuşmak istemesine bağlıyorum. Türkçe’nin temizlenmesi, durulaşması çabası o dönem başka insanlarda da var… Tam kaynağını bilemiyoruz ama dünya görüşünün bununla ilgisi var. Bir de aruzla yazmıyordu artık Nâzım Hikmet, özellikle Rusya’ya gittikten sonra serbest nazımla yazmaya başladı. Sade bir dil, serbest nazıma çok daha uygun.
- Peki dil midir sizin Nâzım Hikmet sevginizin temel nedeni?
O sadece biri. Bunu Gündüz Vassaf’la da çok konuşuyoruz, konuştuk. Kitabın başına da uzun bir önsöz olarak koyduk.
- Pek çok kitabınız var… Nâzım Hikmet’in bu kadar geç gelmesi ona özel ilginizden mi?
Bu sekizinci kitabım olacak galiba. Nâzım Hikmet’i çok sevdiğim için bu kadar geriye bıraktım. Kalemim biraz daha işleklik kazansın da sonra yazayım, ya da elime yeni belgeler geçer diye. Sonra tabii şunu da gördüm ki Nâzım Hikmet ile ilgili öğreneceklerim hiç bitmeyecek; Nâzım Hikmet hiç bitmeyecek. Kitaba son dakikada bile birçok şey eklemek istedim. Ama artık toparlayabildiklerimi de bir araya getirmek, ortaya koymak istedim. İş Bankası da buna, hem aracı oldu, hem de bir son tarih koyarak bir itici güç oluşturdu. Şunu da söylemeliyim; bu kitabı okuyan “Niye şu yok, bu yok?” diyecektir. Dedim ya, 1951 sonrası çok az. Aşkları yok. Tabii ki hayatına giren kadınlar da var, dostları da var ama bilinmeyenlere daha fazla yer vermek istedim. Tabii ki bir çizgiye oturtmak için bazı bilinenler var ama genel vurgu Nâzım Hikmet hakkında ilk defa okunacak, görülecekler üzerine. Beni heyecanlandıran her şeyi kitaba koymaya çalıştım. Sergiye gelen ya da kitabı okuyan kişi “Bunlar bildiğimiz şeyler” demeyecek, işte bundan eminim. Bazı bölümleri yazmak aylar sürdü. Bazı bölümler birbirlerini yıllar içinde tamamladı…
- Bu sergi ve kitaptan, Nâzım Hikmet’e dair nasıl bir insan portresi çıkar sizce?
Dik duruşlu bir insan.
- Editörünüz Rûken Hanım (Kızıler) ile konuştuğumda “Kitabın ardından bir kez daha Nâzım Hikmet’in çok iyi bir insan olduğunu düşündüm… Çok iyi bir insan. Bir vatansever” dedi…
Ne mutlu kitabımı okuyana böyle hissettirebiliyorsam. Hissettiğim bu. Dürüst, sorumluluk sahibi. Hatasız mı? Yo, hayır. Ama iyi insan. Bugüne gelmemde önemli bir rolü var. Herkesi afetmiş, kin beslememiş. Bu kadar iyi bir insan olduğunu düşünmeseydim bu kadar uğraşmazdım belki de bu kitapla. İnançları konusunda gururlu. Kadınlar konusunda gururlu değil; yalvarabiliyor, vazgeçebiliyor.
- Belki de tam olması gerektiği gibi… Kaç kere evlenmiş Nâzım Hikmet? Kitapta ilişkilerine dair çok şey var mı?
İmza evliliği diye saymayalım da… İlk eşi Nüzhet, ikinci eşi Lena, üçüncü eşi Piraye, dördüncü eşi Münevver, Galina ile uzun süre birlikte yaşıyor, sonra da Vera. Tabii ki aşklar var ve önemli ama bir insanı sadece aşklar üzerinden onu anlatmak benim tercih ettiğim bir şey değil. Hoşlanmıyorum da. Nazım Hikmet’in kadınlarla ilişkisine bakarak şairliğini, şairliğine bakarak kadınlara bakışını anlamaya çalışmak çok doğru değil kanımca.
- Kaç takma adı var Nâzım Hikmet’in?
Ne sen sor, ne ben söyleyeyim; çok… Ama tabii “Orhan Selim”in mesela, Nâzım Hikmet olduğunu bilmeyen onun hakkında konuşmasın. Tabii onun bazı takma isimleri, gerçek kişiler olarak da karşımıza çıkıyor. İhsan Koza takma ismi ya da İhsan İpekçi, gerçekten de var. İhsan İpekçi, İsmail Cem İpekçi’nin babası, Koza Film’in sahibi. İpekçi ailesi nefis, mükemmel bir aile. Benim çok sevdiğim bir aile. Nâzım Hikmet’e her durumda yardımcı olmuşlar. O hapisteyken millet Nâzım’ın adından korkarken, İpekçiler ona hep yardım etmişler, “Ya bize de bir şey olursa” dememiş, asla uzak durmamışlar. Sedat Simavi de keza öyle… Çok yardımcı olmuş.
- Sergide Nâzım Hikmet’in kişisel eşyalarından da bir şeyler var mı?
Tabii, var. Piraye Koleksiyonu’ndan kendi yaptığı yüzük, kutular olacak bir aksilik olmazsa mesela.
- Yüzük mü yapmış Nâzım Hikmet?
Evet baya tahta yüzük yapmış Piraye’ye. Üzerinde kalp var, içinden ok da geçiyor. Ahşap kutular, boncuklardan eşyalar, resimler, Piraye için yaptığı çanta, pudralık, ceviz bir kutu. Meşhur “Senin adını kol saatimin kayışına tırnağımla kazıdım” dizesine konu olan saat. “Karıcığım kol saatim bozuldu. Ben de mekanizmayı çıkardım ve çerçevenin içine sizin resimlerinizi koydum” yazmış.
- Nâzım Hikmet’in Atatürk ile tanışması da sergide bir bölüm; o nasıl olmuş?
Vâlâ Nureddin baya ayrıntılarıyla anlatıyor… Ama zaten tanışmaları kadar doğal bir şey olamaz. Biraz önce bahsettiğimiz büyük dedesi Müşir Mehmet Âli Paşa’nın Hayriye, Leyla, Adviye ve Zekiye adlarında dört kızı var. Leyla Hanımın kızı Celile. Zekiye, İsmail Fazıl Paşa ile evleniyor ve oğulları Ali Fuat Cebesoy, Kurtuluş Savaşı’nın en önemli komutanı. Atatürk burada kurmay okulundayken Ali Fuat Cebesoy sınıf arkadaşı ve hafta sonları hep onların yalısında kalıyor. İsmail Fazıl Paşa, Nâzım Hikmet’i çok seviyor ve Kurtuluş Savaşı döneminde Atatürk ile onu tanıştırıyor. Vâlâ Nureddin de tüm ayrıntılarını anlatıyor bu tanışmanın. Atatürk, onlara “Konulu şiirler yazın” demiş. Hayriye Hanım da Hüseyin Hüsnü Paşa ile evli ki, Paşa’nın kurmay subayı da Atatürk.
- Sizce izleyiciler sergiden nasıl bir hisle çıkar?
Bir yolculuk yapmış olma hissiyle… Nâzım Hikmet’in yaptığı yolculuğun bir kısmına eşlik etmiş olma, gerçekleri arama -tabii ki internette değil-, başka kaynaklara bakma hissiyle çıkarlar umarım.