“Amacım sertifikayla satılan giysiler tasarlamak”

Gazete yazıları, Moda, Portre, Sanat

 

Başak Cankeş, 28 yaşında, çok yetenekli, güzel bir İzmirli. Çizimlerini kâh Çeşme’de bir teknede, kah yurtdışında bir odada yapıyor. ‘Giyilebilir sanat’ kelimelerinin hakkını veren iki koleksiyonuyla dikkat çekti, ödüller aldı, ‘eserleri’ gözde moda kentlerinde satıldı, satılıyor… Cankeş’le konuştuk

 

Adı Başak Cankeş. 28 yaşında. Yetenekli bir tasarımcı. Güzel; doğallığıyla güzel, İzmirli bir genç kadın. Zeki, sıcak, kararlı ve yetenekli. Ona göre artık modada mevsim kavramı değişiyor; her koleksiyonunun kış ve yaz iki versiyonunu yapıyor. Temelde ‘An’ ve ‘The Door’ adlı iki koleksiyonu var. İlk koleksiyonu ödüller aldı, ona farklı OLYMPUS DIGITAL CAMERAeğitim kapıları ve yurtdışı yolunu açtı. Şimdiki planı, Londra’da iyi bir çıkış yakalamak.
Başak’ı, Londra’ya gitmeden bir gün önce Alaçatı’da yakaladım. Önce tasarım markasıyla aynı isimdeki Bashaques’ (Başaks diye okunuyor. O, bunu ‘Başakla ilgili her şey’ olarak yorumluyor) adlı galeri-butiğine gittik. Bizim için son koleksiyonundan bazı parçalara modellik yaptı. Ardından da çizimlerini yaptığı yere, yani Dalyan’da demir atmış bir tekneye gittik. Sohbetimizi de teknede yaptık. İşte birkaç yıl içinde adını çokça duyacağımızı düşündüğüm bir genç kadın tasarımcı, Başak Cankeş….

Röportaj: NİLAY ÖRNEK

Fotoğraflar: SİNAN HAMAMSARILAR


* Başak sen kimsin; ne kadar zamandır koleksiyon yapıyorsun?

“Sevdiğiniz bir sanat eserine bakarken nasıl içinde kayboluyorsanız, bir giysiye bakarken de aynı heyecanı hissedebilirsiniz” düşüncesinde olan bir tasarımcıyım.

* Modaya ilk ‘giriş’ nasıl oldu?
Aslında 7 yaşında bile elbiselerimi başka şekillere sokardım, o dönemden çizimlerim var.
İstanbul’da da güzel okullar kazandım ama ailem, arkadaşlarım burada diye İzmir’de kaldım. İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda Tasarımı’ndan 2010’da mezun oldum. Okulda müthiş iyi bir döneme, iyi isimlere, güzel bir rekabete denk geldim. Orada dikmek zorunluydu, dışarıya diktiremezdin. Çok güzel bir baskı atölyesi vardı mesela, serigrafi baskı yapardım. Çok öğretici bir dönem geçirdim. Deseni de geçtim, garip boyaları birbirine karıştırmaya başladım. Çok da hoş olmayan bir satene ağaç dokusu verirdim mesela. Zaten o projemle Bora Aksu’nun dikkatini çektim.

* Sanırım yurtdışında Bora Aksu’nun yanında staj da yaptın; o nasıl gelişti?
O projede Bora Aksu bizimleydi, bizi yönlendiriyordu. Küçükken çok jenga oynardım; şu tahtaları üst üste koyup çektiğiniz oyun var ya… Jengaların düşüşünden yola çıkarak çocukluğumla ilgili bir şey tasarladım. Ağaç dokusunu da bulmuşken, katmanlı bir elbise yapmıştım. O, Bora Aksu’nun çok hoşuna gitti ve beni İngiltere’de staja çağırdı. 1.5 ay İngiltere’ye onun yanına gittim. Onu kendi yerinde görmek muhteşem oldu. Londra’daki moda haftasına katıldık, sahne arkasını gördüm. Tüm bunlar çok açtı beni.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR

* Dönünce…
Sonra mezun oldum. Arzu Kaprol’ün, Yıldırım Mayruk ile Barbaros Şansal’ın yanında asistanlık yaptım. Tasarımcı Günseli Türkay ve Gül Ağış’la çalıştım… Türkay’ın ‘Kırık Porselen’ adlı koleksiyonu için desenler çizdim. Sonra Rabia adlı bir arkadaşım oldu, mimarlık kökenli. Onunla Marble&Co. adlı bir beyaz gömlek markası kurduk.

* O dönemde İstanbul’da mı yaşıyordun, İzmir’e döndün mü?
İstanbul ve moda dünyası tam da düşündüğüm gibi değildi. Çeşme’de yaşamak istedim. İki kış Çeşme’de yaşadım ve desen çizdim. Sonra Paris’te bir fuardayken Çeşme’de bir dükkân ve galeri açmaya karar verdim. 3 ay içinde 25-30 tasarımcıyla, vitrinden bakınca butik olduğu hiç anlaşılmayan bir yer açtım. Beyaz gömlekten çıkmak ve delirmek istiyordum, daha fazla desen ve renge ihtiyacım vardı; Marble&Co.’yu da tamamen Rabia’ya devrettim.

* Peki benim ve başka ülkelerden başarılı tasarımcıların seni keşfetmesini sağlayan diyebileceğim ‘An’ koleksiyonu nasıl doğdu?
Murathan Özbek, benim de desen çizdiğim Günseli Türkay’ın Kırık Porselen koleksiyonu için bir kısa film çekilmişti. Özbek yönetmen, fotoğrafçı, DJ yani çok yönlü biri. Onun ‘An’ adlı sergisini gezerken doğdu her şey. Bazı sanat eserleri bir duvara asılıp kısıtlı akşam saatlerinde izlenmek için fazla güzeller. ‘An’ sergisini gezerken de “Bu fotoğrafları yanımda taşımalıyım” diye düşündüm. Bu fotoğrafların yürümesi, günlük hayata karışmaları lazım. Bunun da tek yolu üzerimize giymek…

Özbek'in, Başak'ın 'An' koleksiyonuna ilham veren fotoğraf çalışmalarından biri.
Özbek’in, Başak’ın ‘An’ koleksiyonuna ilham veren fotoğraf çalışmalarından biri.

* O fotoğraf çalışmaları çok etkileyici gerçekten; pek çok ödül de aldı; onun kumaşa geçişi nasıl oldu, senin desen yeteneğin geri planda orada sanki….

Fırat Neziroğlu geleneksel dokuma tekniğini çağdaş anlatımla kullanan çok yetenekli bir sanatçı. Misinalarla el dokumaları yapar, sizin suratınızı bile kumaşa işler. Onu ve Murathan’ı aradım, sizin işlerinizi birleştirmek istiyorum dedim. O koleksiyonumda benim desenlerim pek belli değildi; Fırat’ın sanatı da bir tık arkadaydı. Ama öyle olmalıydı. Murathan’ın fotoğraflarındaki o romantizm ve sürrealizm çok etkiledi beni. Sonra o koleksiyon Uluslararası Akdeniz Moda Tasarımcısı Ödülü aldı, Marsilya’ya gittim o ödülle.

* O ödülü almak ne anlama geliyor?
Moda dünyasının çeşitli alanlarında önemli insanların bir arada olduğu, Akdeniz’deki yaşayan tasarımcıların bir araya geldiği bir eğitim düşünün. Kadının kim, fiyat aralığın neler, tarzın nasıl ilerlemeli hepsi masaya yatırılıyor; danışmanlık orada başlayıp sonra uzaktan da bir yıl devam ediyor. Zaten yarışmaya katılmamı da onlar bir e-posta göndererek istemişlerdi. Ben katılmadım da, onlar beni seçmiş gibi oldu.

* Bir büyük ödülün daha var…
İngiltere’deki uluslararası YOTA Moda Tasarım Yarışması’nı kazanıp Londra’ya gittim. Londra’da 6 ay yaşamak zorundasın; malzemelerini, kalmanı karşılıyorlar, stüdyo veriyorlar. Ben Gaudi’yi tamamen orada çizdim. Kabin gibi minicik odada kalıyordum. Orada mimar Antoni Gaudili koleksiyonumun desen ve modellerini çizdim.

* Bu üzerinde gördüğümüz desenler değil mi?
Üzerimdeki kimono… Alaçatı’daki insanlar kimono gibi ürünler bekliyor; çok istediler. Benim desenlerim de burada. Ama ‘giyilebilir sanat’ dijital baskı değil benim için. Giyilebilir sanat, “Bastım oldu” değil. Giyilebilir sanat olanlar defilede hakikaten birer sanat eseri gibi sergilediğimiz, metaforik şeyler.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA
“Her koleksiyonumu hem yaz, hem kış yapıyorum. Bence artık modada mevsim diye bir şey yok. ‘Yaz koleksiyonununda deri olmaz’ diyemiyorsun. O tabuları biraz biraz deliyoruz artık.” Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR

‘SANAT ESERİ GİBİ SERTİFİKA İLE SATILACAK’

* İkinci defilenden sonra ‘Bunlar sanat eseri’ teması çok konuşuldu.
İlk koleksiyonda Murathan’ın fotoğrafları çok baskındı ve buna bir dokunuş daha eklesem fazla olurdu… Ama ikincisinde mimar Gaudi’nin karmaşa içindeki harmonisini her alanda yansıtmaya çalıştım. Daha özgürdük. Boyadık, dokuduk mozaik yaptık ahşap ile oynadık. İpliklerden dokular ürettik. Gözü yormanın aksine hepsi bir bütün olmalıydı. “Al Gaudi’yi koy” gibi değil, onun desenlerinden, renklerinden, tasarımlarından yola çıkarak başka şeyler yaratmak… İlk koleksiyonumda Fırat’ı gösterememiştim. Desenler çizdim. Fırat’a “Al bunu devasa doku, o kırılmış mozaikleri, renkleri, iskelet balkonları görelim” dedim ve 1 aydan fazla süreyle, birer sanat eseri gibi dokudu. Dikişsiz hatta çoğu. Zaten amacım ilerde bu tip işleri edisyonla, sertifikayla sanat eseri olarak satmak. Mesela sadece 4 tane yapacak Fırat ve sanat eseri fiyatına satılacaklar.

* Nedir bu sanat eseri fiyatı?
Tabii ‘Sanat eseri fiyatı’ diye bir şey yanlış belki ama sanat eseri alır gibi almaktan bahsediyorum. Bu bir moda dönüşümü olduğu için biraz daha uyarlandı o fiyatlar. Benim koleksiyonlarımın yüzde 10’u giyilebilir sanat oluyor, 30 pret-e porter yani giyilmeye hazır, yüzde 60 da giyilebilir dijital baskı ürünler oluyor.

* Farklı disiplinlerden iki sanatçıyı bir araya getirmek hoşuna gidiyor gibi…
Aynen; dokuma-fotoğraf; mimari dokuma ve şimdi yağlıboya tablo ve bir akımla benim illüstrasyonlarım… Bu hoşuma gidiyor. İki sanatı bir araya getirip moda diline çeviriyorsun.

* Hiç, bir müzeyle çalışmayı düşündün mü?
İlerde elbiselerim müzeden satılsın istiyorum zaten.

* ‘An’ yurtdışında da satılan bir koleksiyon oldu sanki…
‘An’, ilk New York’ta satılmaya başladı. O satış partisine Tommy Hilfiger gibi isimler vardı. Ben orada gördüm ki benim şov parçalarım Soho’da çok rahat satılıyor. Türkiye’deki kadar çabalamam gerekmiyor, orada gerek kalmıyor.

* Yurtdışını daha mı avantajlı buluyorsun?
Kendimi yurtdışındaki insanların giyim tarzına daha yakın hissediyorum. Kafalarında sınırlamalar, kalıplar, “Bana bu yakışmaz” cümleleri çok daha az. Ya da yok. Burada çok renkliliğimin korkuttuğu bile oluyor. Orada anlaşılıp sonrasında buraya bakmak bana daha mantıklı geliyor.

* Bu parçalar nasıl, nerede satılıyor?
Türkiye’de sadece kendi dükkanımda ve bana ulaşanlara satıyorum. Bunun dışında Capri’de, New York, Kuveyt ve Londra Dover Street’deki Wolf and Badger’da varız. Kendi internet sitem de artık online olarak alışverişe aktif.

Teknede çizim yaparken: “Annem rehber; 7 yaşımdan beri Meksika, Karayip adaları, Malezya, Güney Afrika, Endonezya gibi dünyanın çok farklı yerlerini gezdim. Bilinçaltımda işliyor herhalde” Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR
Teknede çizim yaparken: “Annem rehber; 7 yaşımdan beri Meksika, Karayip adaları, Malezya, Güney Afrika, Endonezya gibi dünyanın çok farklı yerlerini gezdim. Bilinçaltımda işliyor herhalde” Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR

 

‘ALAÇATI’DA, ÖNEMLİ İNSANLARLA
SAATLERCE OTURURABİLİRSİN’

* İzmirli olmak nasıl etkiliyor peki tasarımcılığı. Burada teknede çizim yapıyorsun mesela…
İstanbul’da kollektif bilinçte bir karışıklık var bence. Günseli’yle Kırık Porselenler’ dışında İstanbul’da bir şey çizmedim. İnsanların yaşadığı yerdeki stres ve acının sana çarptığına inanıyorum. Bu tarafta insanlar daha rahat; o rahatlığın maksimum kötü etkisi de tembellik olabilir. Londra’da durduk yere aklına fikir geliyor, benim için yaratıcı bir enerjisi var. Londra İzmir karışımı bence en güzeli. Mert Alaş ile Marcus Piggott’un yakın arkadaşları stylist Semra Russell’la çalışmaya başladım. Onunla güzel bir ekip olduk, Londra’da çalışacağız. Hayatta olmayan bir büyük yıldızın işleriyle kendi tasarımlarımı karıştıracağım. Londra’da piyasaya girmeye kararlıyım.

* Alaçatı’da yaşamak nasıl?
6 ay Alaçatı, 6 ay başka yerde yaşıyorsanız harika. Çünkü oradaki hayatıma uzaktan bakma şansım doğuyor. Büyük şehirlere gidince, Alaçatı’ya dönebilmek gibi bir şansım olduğu için gerçekten yaşadığımı hissedebiliyorum. Şehir değiştirmeden yaşamam imkansız sanırım. Her şehirde ayrı bir kimliğim var. Bu da başka yönlerinizi ve kabiliyetlerinizi keşfetmenize yarıyor.
Tabii Alaçatı’nın başka bir güzelliği de şu… İstanbul’da sana bir saatini ayıramayacak insanlarla saatlerce oturabiliyorsun. Üstelik bizimki sadece butik değil, sanat galerimiz var; o da başka bir alan açıyor. Sadece sanat galerisine gelenler de var. Burada Nuri İyem bile sergilendi.

OLYMPUS DIGITAL CAMERA
Güven Kıraç tablosuyla gördüğümüz Başak: “Her koleksiyonumu hem yaz, hem kış yapıyorum. Bence artık modada mevsim diye bir şey yok. ‘Yaz koleksiyonununda deri olmaz’ diyemiyorsun. O tabuları biraz biraz deliyoruz artık.” fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR

TİYATROCU GÜVEN KIRAÇ’IN
RESİMLERİ DE GALERİSİNDE

* Tiyatro sanatçısı Güven Kıraç’ın da resim yaptığını bu sergiyle gördüm…
Evet yapıyor. Bu ay galeride Kıraç’ın ‘Yüzbuldum’ adlı sergisi devam ediyor. Gelecek ay Beril Ateş ile işbirliğimiz olacak.

* Sen resim yapıyor musun?
Yağlıboya tablolarım var. Garip malzemelerden heykel denemek istiyorum.

“SEVAN BIÇAKÇI’NIN MIAMI’DEKİ TAVANINDA OLACAK”

* Teknede çizdiğin çini benzeri desen ne için?
Şimdiden söylemek ne kadar doğru bilmiyorum aslında… Daha proje halinde ama Miami’de Sevan Bıçakçı’nın bir mağazası olacak. Türk esintili ama Osmanlı olmayan kubbeli falan bir yapı… Mimarı benden mekanın tavanı için bir desen yapmamı rica etti; bu da o. O da ayrı bir heyecan.

* 2017 sonbahar ve kışında moda olacak ilginç birkaç şey sorsam?
Sanırım reflektör ‘patlayacak’ ve yağmurluk kumaşı ile büyük hoodieler ön planda.

* Bashaques nasıl kadınlara hitap ediyor?
En sevdiğim soru! Çünkü benim için çok önemli. Seyahat eden ama ilk akla gelmeyen yerlere giden. Sanat konuşmayı ve sanat konuşulmasını seven, saç rengine çok takmayan, doğal, biraz sert, biraz duygusal, sınır koyabilen güçlü kadınlar.. Naif ama az kırılgan; gücünü özgürlüğünden alan…

* Butiğinde hangi markalar var?

Özlem Süer, Mehtap Elaidi, Raisa Vanessa, Zeynep Tosun, Maid in Love, Yuka, Byzeyn, Mara Hoffman, Boopala, Norma, Lily and Rose , Moeva London, Marble&Co., Ayşen Armağan, Gülçin Uzunalan gibi 65 markamız var. Onun dışında Marakeş, Londra ve New York gibi yerlerden, benim kendi seyahatlerimden seçtiğim bazı marka ve ürünler de butikte.

 

Bashaques, An koleksiyonundan
Bashaques, An koleksiyonundan

Başak Cankeş: “Hatice Gökçe, Zeynep Tosun süper, Gülçin Çengel gibi modacılar çok iyi. Üçüncü dünya ülkesi gibi görünsek de kadınlar da çok iyi var.”

Bashaques, Mercedes-Benz Fashion Week. Photo: Ian Gavan
Bashaques, Mercedes-Benz Fashion Week. Photo: Ian Gavan
Bashaques, Mercedes-Benz Fashion Week. Photo: Ian Gavan
Bashaques, Mercedes-Benz Fashion Week. Photo: Ian Gavan

 

  • Bu röportaj 16 Temmuz 2016 tarihinde Sözcü Cumartesi’de “Amacım sertifikayla giysi satmak” başlığıyla yayınlandı. Ama bir gün önce Türkiye’de darbe girişimi oldu; röportajın da pek anlamı kalmadı. Ama Başak çok yetenekli ve umarım onun için çok güzel olacak her şey.
Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR
Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR